uygarlığı yiyen bilge

Roman’ın Giriş Kısmı:

Ahşap koltukta oturmuş, parmaklarının arasına aldığı çay bardağını usulca sallayarak, yılların eskitemediği gözlerindeki keskin bakışlarıyla etrafı süzüyordu.

Tufan öncesi sessizliği andırıyordu duruşu. Elinde sallanan çay bardağıyla birlikte adamın içinde geçmişe dair anılar depreşmeye başlıyordu adeta.

Üçboyutlu bir dünyanın tükenen zaman kalıpları içinde yaşamayı kendisi seçmişti.  Üstelik kimse kanına girmedi. Yılan kılığına girip onu aldatan da olmadı.

Yalnız olduğum dışında edeceğim birkaç itirafım var…

O kendisi karar verdi kime, niçin, nasıl yenik düştüğünü bilmeden ama umursamadan çocuksu günahların peşinden gitmeye kararlıydı. Bunun için Akka’yı terk edip yere inmeyi kafaya koymuştu, inerse bir daha göklere geri dönmeyeceğini bile-bile. Sonra bir çırpıda ini vermişti dünyaya. Artık onun için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Son bir söz söyler gibi göğe baktı. Ama sustu. Hayat yolculuğu onun için yeni başlamıştı.

Hayat yolculuğu bedeli ağır bir yolculuktu onun için. Sadece görüntülerden ibaret olan bir dünya değer miydi bu riski göze almaya? Başlangıçlar her zaman sıradandır hayatta. Sonra kayıplar başlar ve ardından pişmanlıklar. Bir Bilge nasıl yapabilir bunu kendine dedirten bir durum?