üşüyen yarınlar

“Mevsim Bahar: Dünlerde Doğan Bir Çocuk”

Direksiyonu kırıp karşı şeride geçtim. Dışarıya taşan Müzik sesi olabildiğince yüksekti.

Spotların ışıklandırdığı sahnede konser veren bir şarkıcıyla ses sese vermiş sarhoş birisi gibi, avazım çıkasıya kadar bağırıyordum durmadan. Üstelik içimde, ölümle burun buruna gelmiş bir çığlığın sesini saklayarak, ama hissederek…

Bırakıyorum ardımda,
bir avuç sen
ve sana dair her şeyi.
Dönmüyorsam,
bu senden vazgeçtim demek değil.
Biliyorum, ağlamadan yaşanmaz hiçbir ayrılık,
Sen kapalı kapıların ardında,
Bense çelişkilerimin ortasında
Üşüyen yarınlara gidiyorum.
Artık görünmüyor,
Hiçbir şehir,
Hiçbir sen.
Yurtsuz olduğum kadar sensizim artık…

“Ölüm hayatta büyük kayıp değildir. Asıl kayıp, yaşarken ölmektir.” Robin Sharma


Hangi arabayla çarpışacağımı bilmeden, ama garip bir biçimde merak ederek, freni boşalmış bir aracın sürücüsü gibi direksiyonu sağa sola sallı-yordum. Üzerime gelen arabalar sağımdan so-lumdan savruluyordu. Caddenin ortasında son hızla, son çığlıkla patlamaya hazır bombaydım adeta. Dokunsalar patlayacaktım.
Sil baştan doğacaktım, ölüme meydan okurca-sına. Doğum sancısı beynimden kasıklarıma sızı-yordu, her defasından daha bir beter hissettirerek kendini. Gerçekliğin dışında bir dünyada, varlığı hissedilmezcesine soyut bir biçimde bebeğini do-ğurmuş bir annenin çığlıkları dolaşıyordu ellerim-de. Ve aniden tepetaklak üzerimden geçti za-man…
Aylardan Aralık, günlerden Pazar ve hafiften yağmur yağıyordu şehre.

*********

İlk bakışta ölmüş bir yüz. Ancak onun haşlanmış gibi duran yüzünün derinliklerinde bir yaşam mücadelesi seziniyordu, gittikçe dibe vurmuşluk hissi arasında can çekişerek.
Et parçası surata baktıkça çıldırasıya ölmek arzusuyla dolup taşıyordum. İçimde bir mutluluk akıyordu sinsice. Kendimden bile gizlediğim, be-lirsiz, kirli bir mutluluk. Sanki hep bu anı istemiş, bu anı beklemiştim yıllarca. Evet. Artık o, eskisi gibi olmayacaktı, ama ben eskisi gibi sevecektim onu… Daha haklı daha özverili…
Onun et parçası suratıyla birlikte benim ölümüm anlamlanmıştı. Doktorlar, sağ kalırsa bile, ömür boyu yatalak kalacakmış, diyordu. Karşıdan gelen bir çöp arabasıyla çarpışmıştım o an. Çöp arabası ne denli direksiyonu sola kırsa da hızını alamamıştı ve arabanın sağ tarafından çarparak ikiye bölmüştü. Çöp arabasının içindeki beyaz önlüğü ve ellerinde tek kullanımlı eldiveniyle şoförü fark etmiştim. Kafamı sert biçimde direksiyona çarpmıştım. Gerisini hatırlamıyordum. Bağırıyordum, ama sesim içimde hapsolmuştu. Kimsenin duyamadığı bir çığlık akıyordu damarlarımda. Arabalar üstüme-üstüme geliyordu durmaksızın.
Hastane yolunda son geceyi hatırlıyordum. Beraber ölecektik, ama ben yan çizmiştim. Onu son kez okşarken ağlamıştım. Artık geleceksizdi içim-deki ona dair her şey. Gözleri, hayata küskünlü-ğünü haykırıyordu. Boğazında düğümlenen haya-tın balgamsı kirliliğini yüzüme tükürüyordu adeta, her öksürdüğünde. Çığlık çığlığa içim ürperiyordu. Ürpertim ölüm kokuyordu. Ölüm aklıma geldikçe, kaybettiklerim ne varsa, kazanıyordum yeniden izbeliğinde düşlerimin.
Aylardan Aralık, günlerden Pazar ve hafiften yağmur yağıyordu şehre.

*********

Saat sabahın beşi. Genç bir kadın on katlı bir binanın çatısında elinde bir kâğıtla aşağıyı izliyor. Ezan sesinin yükselmesiyle birlikte genç kadın kendini boşluğa bırakıyor.
10. katta kendini gördü, soğuk betona çakılırken. Parçalanan kafasıyla birlikte geçmişe dair ne varsa kan revan içinde can çekişiyordu.
9. katta yas vardı. Annesi siyahlara bürünmüş ağlayan kadın rolünü oynuyordu.
8. katta hastanede olduğu akşamı gördü. Silik yüzü ölümü andırıyordu.
7. katta son hızla bir araba üzerine geliyordu. Arabanın içindekiler çocuk doğurmaya gidiyorlardı hem de son suratla.
6. katta sevişen bir çift gördü. Ayırt edilmiyorlardı. İkisi bir bütündü adeta.
5. katta kalbini gördü, kirlisinden kan kırmızı,
4. katta bir örümcek gördü, ağlarını öremeyen, ama saklanmayı iyi öğrenen.
3. katta biri vardı hatırlamadığı. Galiba unuttu-ğu diğer yüzüydü eskilerden. Yatakta uyuyordu ve birisi elliyordu onu sinsice. Uyanmak istiyordu ama karşılaşacağını bildiği adamla göz göze geleceği korkusu gözlerine dokunuyordu ıslak-ıslak. Şehvet sesi kulaklarını çınlattı aniden. Uzun soluklu hırıltılı bir ses. Uffff…
2. katta biri vardı hiç hatırlamadığı. Varmış bi-le diyemediği bir varlık. Evin ortasında beş çocuk ve masumiyeti dudaklarına sıçramış, gülümseyen bir bebek.
1. katta uyandığını gördü, öldüğünü bile hatırlamayacak kadar aciz bir bebeğin çığlığı yankılanıyordu kulaklarında.
Kadının elindeki kâğıt rüzgâra kapılıp gitmişti. Üzerinde kendisi gibi kayıp giden şu cümleler ha-yatını anlatıyordu:
“Sevgi, ölümle anlam bulacak bir düştür. Kirlenen sevgi değil, şehvettir…”