iranlı sığınmacılar

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Şerife ÇAM

Tez çalışmanın sonuç kısmı aktarılmıştır.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Bu çalışmanın teorik kısmında, sosyolojik ve hukuki perspektiften göç ve iltica olgusu incelenmiştir. Çalışmanın uygulama kısmındaysa etnografik yönteminin görüşme, katılımcı gözlem, derinlemesine görüşme ve yapılandırılmamış odak grup görüşmesi gibi farklı teknikleri aracılığıyla İran İslam Cumhuriyeti’nden gelerek Ankara’da bulunan BMMYK Ankara Ofisi’ne sığınma başvurusu yapan ve oradan araştırma alanımız olan Kastamonu’ya gönderilen sığınmacıların;

  1. a) Etnik kökenleri, eğitim düzeyleri ve dini eğilimleri
  2. b) Sığınma gerekçeleri ve sığınmak için Türkiye’yi seçme nedenleri
  3. c) Maddi durumları ve yardımlaşma vakıflarıyla özellikle kendilerine yapılan yardımlar bağlamında kurdukları ilişkiler,
  4. d) Kalış süreçlerinde yerel halkla ilişkilerde yaşadıkları deneyimler ve sorunları, saptanmaya çalışılmış ve tartışmaya açılmıştır.

Günümüzde sığınmacı gönderen ülkeler genelde Pakistan, Afganistan ve İran gibi ekonomik yönden az gelişmiş ve siyasal anlamda despotik veya demokratikleşme sürecinin henüz çok başında olan ülkeler olduğunu ve böylece iltica hareket yönünün gelişmekte olan (geleneksel) ülkelerden gelişmiş (modern) ülkelere doğru bir eğilim gösterdiğini söylemek mümkündür.

İran’da 1979 Devrimi ve ardından İran-Irak savaşının başlamasıyla birlikte, düzensiz göç dalgaları biçiminde İranlı birçok siyasi faalin yanı sıra müzik, film ve resim sanatçılarının, medya kurum ve kuruluşlarında çalışan gazeteci ve yazarlarının ve sinema ve tiyatro yönetmenlerinin Türkiye’ye sığındığı görülmüştü. Araştırmanın ikinci bölümünde aktarıldığı gibi, Asya ve Avrupa kıtaları arasında tampon ülke konumunda olan ve bu yüzden stratejik bir öneme sahip olan Türkiye, İran başta olmak üzere birçok doğu ülkesi vatandaşlarına, Batı’ya geçmek için durak noktası ve bekleme odası haline gelmiştir. 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde korunan coğrafi çekinceden dolayı Avrupa dışındaki ülkelerden gelen diğer sığınmacılar gibi İranlılar da Türkiye’de mülteci olarak yerleşme hakkına sahip olamadıkları için, sığınmacıların çoğu Türkiye’yi geçiş ülkesi olarak değerlendirmektedir ve bu doğrultuda yasal veya yasa dışı yollardan Batı ülkelerine ulaşmaya çalışmaktadır. Belki de Türkiye’nin şimdiye kadar Cenevre Sözleşmesi’nde korunan coğrafi çekince şartının kaldırmak istememesinin gerekçesi de doğu sınırlarından gelecek büyük göç dalgalarını önlemeyi düşünmesidir.

Bu çalışma sonucunda, etnik köken itibarıyla Kastamonu’da zorunlu ikamete tabi tutulan İranlı sığınmacıların, 19’unun Kürt, 14’ünün Fars, 9’unun Türk, 2’sinin Mazeni, 2’sinin Ermeni ve 1’inin Lur etnik kökenine bağlı oldukları tespit edilmiştir. Dosya sahibi sığınmacıların eğitim durumları incelendiğinde, çoğunlukla lise mezunu oldukları ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda Türk etnik kökenlilerde üniversite mezunlarının ve Kürt etnik kökenlilerde ise ilkokul mezunlarının çoğunlukta olduğu saptanmıştır.

Sığınmacıların dini eğilimlerinde, Kürt etnik kökenlilerden 1’i Hıristiyan ve diğer Kürt sığınmacılar ise, Sünnilik mezhebine bağlı Müslüman olarak kendi dini eğilimlerini belirtmişlerdi. Türk etnik kökenlilerde ise, 1’i Hıristiyan, 4’ü ateist, 1’i deist, 1’i Sünnilik mezhebine bağlı Müslüman ve diğerleriyse Şiilik mezhebine bağlı Müslüman olarak kendi dini eğilimlerini belirtmişlerdi. Fars kökenli sığınmacılarda, 3’ü ateist, 3’ü Hıristiyan, 2’si deist ve diğerleriyse Şiilik mezhebine bağlı Müslümanlar olarak kendilerini tanımlarken, diğer etnik gruplara bağlı sığınmacılar ise, 1’i tasavvuf’a bağlı Müslüman, 2’si Ermeni (İranlı Hıristiyan) ve diğerleriyse Şiilik mezhebine bağlı Müslümanlar olarak kendini tanımlamışlardı.

BMMYK ve Türkiye Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından izlenen prosedüre göre; sığınma başvurusunda bulunan sığınmacılar ön görüşmeye alındıkları sırada Emniyet Müdürlüğü tarafından belirlenen belirli illerin hangisinde kalabilecekleri veya tanıdıkları oldukları sorulmaktadır. Böylece sığınmacı, kendi isteği doğrultusunda tanıdık/akrabaları yaşadığı veya Ankara’ya yakın olduğu gerekçesiyle ikamet edeceği ili seçebilmektedir. Bu doğrultuda bu araştırmanın Kastamonu’ya gönderilen sığınmacılarda ortak bir sınıfa ve etnik guruba aidiyet veya belli bir ekonomik düzeyde bulunma kriterleri aranmaktadır olarak ortaya konulmuş ilk varsayımın geçersiz olduğu ve söz konusu Kastamonu iline gönderilen sığınmacılarda hiçbir kriter aranmadığı ve tamamen sığınmacıların kendi kararları doğrultusunda gönderme işlemi gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.

Araştırma sonucu elde edilen bilgiler göre; genel itibarıyla İranlı sığınmacılar, Türkiye BMMYK Ankara Ofisi’ne sığınma nedenlerini; din değiştirme (İran’da bazı durumlardan dolayı din değiştirenler ifadesi sadece Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçenler için kullanılmaktadır), etnik milliyetçilik, Bahaî dinine mensup olma, inançsızlık, rejim karşıtı parti ve hareketlere üyelik veya taraftarlık, eşcinsellik ve transseksüellik, kadınların şiddet mağdurluğu, ekonomik zorluklar, geçimsizlik ve işsizlik, özgürlük adına rejim baskısından kaçış ve Batı’da yaşama arzusu gibi etkenlere bağlamaktadırlar. Özel bağlamda ise Kastamonu’daki sığınmacıların dosyaları incelendiğinde, Kürt etnik kökenlilerin siyasi sebeplerden dolayı sığındıkları ve dolayısıyla siyasi dosyaları daha çok göze çarptığı tespit edilirken, karşı tarafta, Fars, Türk ve diğer etnik kökenli İranlı sığınmacıların sosyal ağırlıklı dosyalara sahip oldukları tespit edilmiştir. Ancak gerçek şu ki, söz konusu İranlı sığınmacıların ait oldukları etnik veya dini grup ve ileri sürdükleri farklı siyasi ve sosyal nedenler fark etmeksizin bu insanların Türkiye’ye geliş nedenlerinde, İran’da hâkimiyette bulunan İslami rejimin uyguladığı şiddet ve baskı, siyasi istikrarsızlık ve huzursuzluk, ekonomik sorunlar ve hoş görüsüzlük gibi sorunlu olguların var olması, doğrudan etken olduğu söylenebilir.

Görüşme yaptığım Kürt kökenli siyasi dosya sahibi İranlı sığınmacılar içinde İran’da alternatif bir devlet sistemin kurulmasından yana olan ve bu yönde siyasi duruş sergileyen şahçılık hareketine bağlı aktivistler, etnik milliyetçilik üzerinden federalizmi savunanlar, İran’da ifade ve din özgürlüğünün kısıtlanması üzerinden hareket eden reformcular ve demokratik toplum yanlıları bulunmaktaydı.

Görüşme yaptığım Türk etnik kökenli sosyal dosya sahibi İranlı sığınmacılar ise sığınma nedenlerini, din değiştirme (Hıristiyanlık dinine geçenler) ve farklı cinsel yönelimlere bağlarken, siyasal dosya sahibi sığınmacılar ise, etnik milliyetçilik üzerinden federalizmi savunma, İran’da ifade ve din özgürlüğünün kısıtlanması üzerinden hareket eden reformculuk ve demokratik toplum yanlılığı olarak belirtmişler.

Görüşme yaptığım, Fars ve diğer etnik kökenli sosyal dosya sahibi İranlı sığınmacılar, sığınma nedenlerini; aile içi şiddet, din değiştirme ve farklı cinsel yönelimlere bağlarken, siyasal dosya sahibi sığınmacılar ise, İran’da ifade ve din özgürlüğünün kısıtlanması üzerinden hareket eden reformculuk ve demokratik toplum yanlılığı olarak belirtmişler.

Kastamonu Emniyet Müdürlüğü’nde İranlı sığınmacılara ait dosyalarda ekonomik dosya sahibi sığınmacılar bulunmamaktadır. Ancak derinlemesine görüşme yapıldığı sırada, bazı sığınmacılardan alınan bilgiler doğrultusunda bu sığınmacıların sığınma nedenlerinin BMMYK’ya kurguladıkları siyasal veya sosyal nedenler olmadığı ve aslında ekonomik sorunlar olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İran’da yaşanan işsizlik ve maddi geçimsizlik yüzünden sığınan ve özellikle ülkede hayat standartlarının düşük olması nedeniyle batılı ülkelerde yaşamayı arzu eden bu sığınmacılar, bir nevi sığınma nedenlerini ülkelerindeki yaşadıkları veya kurguladıkları siyasi veya sosyal olaylara bağlamaktadırlar. Bu durum Fars ve Türk etnik kökenli İranlılarda daha çok göze çarpmaktadır.

Görüşmeler sonrası elde ettiğim diğer bir bulgu ise, İranlı sığınmacı kadınların politik nedenlerden dolayı Türkiye’ye gelmedikleri ve tamamen sosyal nedenlerden dolayı veya eşinin ya da babasının siyasi faaliyetleri yüzünden geldikleridir.

İran’dan gelen sığınmacıların Türkiye’yi sığınma ülkesi olarak seçtiklerindeki temel nedenlere bakılınca, İranlı sığınmacı Türklerde, coğrafi yakınlık, dil ve kültür yakınlığı daha çok ön plandayken, bu durum Kürtlerde sadece coğrafi yakınlık ve Fars ve diğer etnik kökenlilerde ise, Avrupa sınırlarına yakın olma, Ortadoğu ülkeleri içinde en istikrarlı ve modern ülke olma durumu ve dini açıdan kültürel yakınlık daha çok göze çarpmaktadır.

Görüşme yaptığım 35 İranlı sığınmacının tamamına yakını, Kastamonu Valiliği’ne bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıf’ına kayıtlı oldukları ve yapılan yardımlardan faydalandıklarını belirtmişlerdi. Valiliğe bağlı bu Vakıf aracılığıyla, il genelinde fakir ve yoksul vatandaşlara günlük sıcak yemek, giyecek, sağlık, kış mevsiminde kömür ve okul masrafları gibi yardımlar ulaştırılmaktadır.

Kastamonu’da sığınmacılar özellikle sağlık konusunda BMMYK tarafından hiçbir destek almadıklarını ve dolayısıyla karşılaştıkları sağlık sorunlarını Kastamonu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ve bazen Kastamonu Belediyesi aracılığıyla çözmeye çalıştıklarını söylemişlerdi.

Türkiye’de sığınmacı olarak bulunan İranlı sığınmacılar, statülerinin belirlenme süreci ve karara bağlanması yıllar aldığından uzun süreli belirsizlik içinde beklemek zorunda kalırken, bu sürede temel ihtiyaçlarını kendileri karşılamak durumundadırlar. Türkiye’de sığınmacılar genellikle Batı ülkelerinde mülteci ve göçmenlere sağlanan devlet yardımından ve genel erişimli bir BMMYK desteğinden yoksun kaldıkları için, karşılaştıkları sosyo-ekonomik zorlukların üstesinden gelmek ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için etnik, dini, akrabalık ve benzeri türden çeşitli toplumsal sermayelerini seferber etmeye çalışmaktadırlar. Sahip oldukları veya kurguladıkları aidiyetler sayesinde kurulan bağlar sığınmacıların yeni ortama uyum sağlamasını kolaylaştırdığı gibi barınma ve iş gibi birincil gereksinimlerini karşılamasına da yardımcı olmaktır.

Genellikle Ermeni, sonradan Hıristiyan olanlar ve etnik milliyetçi Türk sığınmacılar, Türkiye’de kendileriyle aynı etnik veya dini kimliği paylaşan gruplar veya topluluklarla yakın ilişkiler kurmaktadırlar. Bu esasta sığınmacılar bu gruplar vasıtasıyla Türkiye’deki sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. Örneğin Ermeniler ve sonradan Hıristiyan olan sığınmacılar, Türkiye’de faaliyet gösteren Batı merkezli misyonerlik gruplar, dernekler ve vakıflar aracılığıyla bir araya gelebilmekte ve bazı sorunlarını çözebilmektedirler. Aktif siyasi faaliyette bulunan İranlı milliyetçi Türkler ise, MHP’ye bağlı Ülkü Ocaklarıyla ilişkilerini sürdürerek sığınmacılık sürecinde istihdam gibi karşılaştığı bazı sorunları çözmeye çalışmaktadır.

Ancak şahçı gruplarda görülen dayanışma şekli yukarıda anlatılanlardan farklıdır.  Batı ülkelerinde faaliyet gösteren Şahçılık hareketine mensup insanlar tarafından kurulan Noruz Vakfı, Türkiye’de bulunan üye ve taraftarlarına ulaştırdıkları maddi yardımlar vasıtasıyla bu gruba bağlı sığınmacıların maddi sorunlarının hafifletilmesinde yardımcı olmaktadırlar. Bu gruba bağlı insanların neredeyse tamamı kesinlikle yerel halkla arkadaşlık ilişkileri kurmazlar ve bu doğrultuda İranlı sığınmacı ve mültecilerle ilişkilerini korumaya ve pekiştirmeye özen gösterirler.

Bu çalışmanın giriş bölümünde Malinovski’nin kültür tanımı üzerinde durulmuştur. Bu doğrultuda kültür, insanın organik ihtiyaçlarından yola çıkarak aşamalı bir gelişmeyle verili bir çevre içinde temel ihtiyaçların doyurulmasına ve yaşam standardının yükselmesine götüren bir sistem olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda kültür kısmen özerk, kısmen eşgüdümlü kurumlardan kurulmuş bir bütün olarak soya dayanan kan birliği, iş birliğine, faaliyetlerde uzmanlaşmaya dayalı mekânsal birlik gibi bir dizi ilkeden oluşmaktadır.

Bu doğrultuda görüşme yapılan Kastamonu’daki İranlı sığınmacılarının genel kültürel ilkeleri, Türk kökenli İranlılarda dil birliği, Kürt kökenli İranlılarda dil ve mezhep birliği, Farslarda dil, mezhep ve İranlılık birliği ve diğer etniklerde dil ve mezhep birliği gibi ilkeler üzerine yeniden veya daha çok ön plana çıkarak tanımlandığı gözlenmiştir.  Bu ilkelere sarılmak aslında bireyin kendini toplumsal güvenceye alarak korumaya çalışmasıyla birebir bağıntılıdır. Nitekim İranlı sığınmacılar arasında bir yapılandırılmamış dayanışma ve yardımlaşma gözlemlenmiştir. Bu dayanışma her ne kadar etnik grupların kendi içlerinde geliştirdikleri bir dayanışma olsa da yine de bazen farklı etnik grupların da birbiriyle dayanışma içinde oldukları gözlenmiştir. Bu esasta Kastamonu’ya gelen her yeni sığınmacı genellikle etnik veya dini kimliğine göre arkadaşlık gruplarına dâhil olmaktadır. Dolayısıyla örneğin bir Kürt sığınmacı ile geldiğinde, Kürt sığınmacılardan birisi mutlaka söz konusu kişiye kiralık ev bulması için yardımcı olarak ile nasıl uyum sağlayacağı ve sorunları nasıl çözeceğini uzun-uzun anlatır. Bu yardımlaşma ve dayanışma ruhu genellikle Kürtler, Ermeniler ve Türkler içinde daha çok gözlemlenirken, Farslar dâhil olmak üzere diğer etnik kökenlilerde daha az gözlemlenmektedir. Dolayısıyla bu etnik gruplara ait sığınmacılar, özellikle Türkler ve Kürtlerle iyi ilişkiler kurmaya özen göstermektedirler. Çünkü bu sığınmacıların uyum sağlama sürecinde yerel halkla ilişki ve diyalog kurmaları, Fars ve diğer etniklere nazaran daha yüksek ve bazen ileri derecede olabilmektedir.