islamic-art

NADİM GİLANİ DİVANI (DÜZ METİN ÇEVİRİ)

Muzâri Bahri: Mef’ûlü /fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün
– Kokuyu senin gülünden tanısın diye bahçe,
Senin saçlarına bağlamış rüzgarı.
– Kimsesizlikten, olur olmaz yere kalbim sızlıyor,

Öksüz için azıcık hüzün bile ağır gelir.
– Kime varıyorsan ona güzel bakış atıyorsun,
Değerli mal eli açık insanı rezil eder.
Müctes Bahri: Mefâ’ilün fe’ilâtûn mefâ’ilün fe’ilün
– Birdir yarı olmayanların yâri, bindir bizim yardımlarımız,
Kimse bizi sevmekten zarar görmemiştir.
– Vefadan daha güzel bin çeşit iyiliğimiz var,
Ne âdetler kalmış bizden yadigâr olarak.
– Bizde sevgi, vefa ile geçinmek mertliktir,
Boşuna avcı bizim avımız olmadı haliyle.
– Bu cihanda bizim kadar adil bir kişi bile görmüyoruz,
Ant olsun bizim fıtratımıza, bizim bilincimize.
– Bizim coşkumuzdan coştu tüm âlem,
Toprağa deprem düşer bizim esrikliğimizden
– Yol tozuyla birlikte olduk ve bununla mutluyuz,
Bizim alçak gönüllüğümüzden yer utanır dibe batar.
Recez Bahri: Müfte’ilün mefâ’ilün müfte’ilün mefâ’îlün
– Bu çayırı dolaştıkça benim hayranlığım arttıkça arttı.
Delilik nağmem oldu bülbülün acıklı ötmesi
– Çayırı dolaşmak aşk yüreklilerin yarasını sızlatır.
Açılmış bir lale gördüm, içimin ne halde olduğunu fark ettim.
– Bir çayırdaki saba rüzgarından gizli bade içiyorsun,
Kalbin közlerinden yükselen duman sana doğru giden yolun işareti olur.
Muzâri Bahri: Mef’ûlü /fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün
– Bahar geldi, benim isteğim kalbin coşkusudur.
Kanım başka bir şarap oluyor sürahide bana.
– Bu akşam kendi Yusuf’umla kavuşmak niyetindeyim,
Şimdi nerede kurda yem edecek bu niyet beni.
Hezec Bahri: Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
– Hafif uyananlardanım bu menzilde, ağırdan uyumak nedir bilmiyorum,
Yolculuk şevkiyle derman ettim acizliği.
– Hindistan dikenliğindenim, sıla hasretindeyim, beni İran’a götür.
Çiçeğin gölgesine ömrümü harcadım gençlik yıllarımı.
– Lale yüzlüler semtinde her dikenden incinmedim.
Bahçe bitkisi, daha fazla keyif sürer haliyle.
– Bu akşam elçiden gelen haber dehşet güzeldir, korkuyorum.
Çünkü güzeller sözlü haberi acı söylerler.
Hezec Bahri: Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
– Karışık sözler söylüyorum, anlatmasını bilmiyorum,
Çünkü âşık fazla sarhoştur, kimse bilmez dilini.
– Ağzım acıdı kıskanmaktan, kalbimde kan kaynadı,
Ağız definesini yanlış söyledim öç alıcılarıma.
Müctes Bahri: Mefâ’ilün fe’ilâtûn mefâ’ilün fe’ilün
– Senin aşkının çemberinde, sıcaktan bunaldım,
Öksüz bahtlıyım ve bu giyecek bana çok yakışıyor.
– Acıyı bilmeyen vefayı hiç bilmez,
Her zaman rahat yaşayanlardan korkarım ben.
– O denli sana tutkunum ki, aciz suçlu gibi,
Herkese bakıyorsam acısın bana istiyorum.
Hezec Bahri: Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
– Eğer bugün, eğer yarın, seninle kimsenin bir derdi yoksa
Şehit burada kendi kanıyla kalbindeki kiri tozu yıkar.
– Bazen dağda Ferhat’ım, bazen çölde Mecnun’um,
Kara gözlülerden burada ihtiyacım beyaz oldu.
– Kimseye söylemem kimden nasıl düştüm bu derde, Kıskançlığım izin vermez.
Allah aşkına dostlar! Burada gördüklerimi kim gördü.
—-
3a
Hezec Bahri: Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
– Cananın semtini her yerden maksut kâbesi görürsün,
Hem murat hem umut burada üst üste olur.
– Bilmiyorum kimden bahsediyorsun, kimden sitemlisin.
Acayip infialim var, buradaki konuşulanlardan, duyulanlardan.
Remel Bahri: Fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
– O kadar sarhoşluktan ve adımın kötüye çıkmasından işlerime düğün düştü ki,
Her adımda sarığım bile ayağıma zincir oluyor.
– Çok huzursuzum bizim mektuptan (hayat karnesinden), sakın unutma
Bizim tomar aslında baştan ayağa kıvırdıklarımızdır.
Remel Bahri: Fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
– Zülfün aklıma geldikçe, estağfurullah demeye başlatıyor beni,
Zahidin öğüdü, zünnarı ortadan açtırır bana.
– Anahtarsız kilit gibi her yumruğa karşı direnç gösteririm.
Kalp kırılmayınca benim işim düzelmez.
Müctes Bahri: Mefâ’ilün fe’ilâtûn mefâ’ilün fe’ilün
– Bize inat gök kendi yörüngesini kurar.
Yıldızlar taş atar bizim camlara
– Dil böyle zaman öyle bu ne talihsizlik bu,
Bütün gemide sadece bizim ağıtımız var.
3b
Muzâri Bahri: Mef’ûlü /fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün
– Aşk senin işvenden haber verir bana,
Sonunda bu zülfüne olan düşkünlüğüm beni canımdan eder.
– Bir menzil uzağım senden ama gel gör ki, gurbet hissi yaşıyorum.
Derbederlik, yolculuk aldatmacası yaşatır bana.
– En sonunda suç benim kem gözlerime düştü,
Öyle ki gözlerim artık kan ağlıyor.

– Ey zülfünün peşinde sinemde yaralar olan,
Gül cemalinin aşkı, beynime ateşler düşürmüş,
– Ne gül bilirim ne de gülistan bu baharda,
Kıvrım saçlarını görünce düştüm bahçelere.
– Yüz bin muma rağmen yine yıldızı sönmüş geceler gibiyiz,
Çıralardan bile aydınlanmadı bizim barakamız.
– Humar gözünü andıkça ağlamaktan bıkmışım,
Nergis, lale renginde kana vurdu kadehleri.
– Nadim, , ne zehirlerden yakınır, ne de rüzgardan
Deliye ne fark eder bahar rüzgarı, ne fark eder bağlar.
Muzâri Bahri: Mef’ûlü /fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün
– Ölümden sonrasıdır bizim itibarımız,
Evin lambasını düşman bizim mezardan çalar.
– Bizden daha zavallıdır, ona acımak gerek,
Her kim ki bizim mutlu hayatımızdan bahsediyor.
4a
– Kâfirden mümine kadar herkes aşktan yandığı sürece,
Burada her kavmi incitmek sevaptır.
– Sarhoşluk ve mahmurluktur benim için bu dünya ile öbür dünya
Burası uyku dünyası, ötekisiyse su dünyasıdır.
– Ne gitmemiz bir ricadır, ne de kalmamız bir zevk,
Bir ayağım yola koyulmuş, öteki ayağım uykuya dalmış.
– Korkarım benimle onun arasında iyi karşılanmaya.
Ben içimdeki kanla sarhoşum, o ise şaraptan sarhoş.
Müctes Bahri: Mefâ’ilün / fe’ilâtün / mefâ’ilün /fe’ilün
– Varlığı elest (başlangıç) badesinden olmayan benim.
Kırıldı kadehler, nerde sürahi, elimde değil.
– Benim bu dünya ehlinden yardım beklentim yok.
Ki benim gözüm dosta doğrudur, ele doğru değil.
– Taşa tuttum gökyüzünü,
İyi bak gör attığım taşların hedefinde yıldızım var.
– Gök olsun yer olsun vücudumdan görünürler.
Birisi acelemdir, diğeriyse duraksamamdır.
– Sızlarken her parmağım birer çalgı gibidir.
Çalgı çalma aşkına düşünce, çeng (telli saz) benim çengimdir.
– Ağlama krizimden dağ yerinden oynadı.
Bütün taşlar değirmen taşı oldular.
4b
Müctes Bahri: Mefâ’ilün / fe’ilâtün / mefâ’ilün /fe’ilün
– Sabahleyin bahçeye öyle sarhoş, öyle güler yüz girdim ki,
Her çiçeği koparıp attıysam, saba rüzgarı aldı onu.
– Güzel yüzlü yârların sözlerine o denli itibar olmaz ki,
Yârim kapıdan çıkıp geliyorum dese, ben onun geleceğine inanmam.
– Dağ Delen’in aşktan meşkten haberi yoktu,
Dostun yolunda kimsenin çalışmaya gönlü elvermiyor.
Müctes Bahri: Mefâ’ilün / fe’ilâtün / mefâ’ilün /fe’ilün
– Yollara düşme, vatan mutluluğu bir başkadır.
Evin dışında nereye gidersen çöldür.
– Aşk hevesin yoksa zülfün fiyatını sorma.
Bu al-ver sadece kafa karışınca olur.
– Saba rüzgarıyla birlikte birçok yer gezdi, senin semtine gelmek için
Aşığın mektubu o kadar sana doğru havalandı ki.
– Yolu kaybetmişlikten her daim kendimin peşinden gidiyorum.
Talihim tuttuysa da elimi, hep arkadan tuttu.
– Dünyanın umudu da hasreti de işkencedir.
Dilenci de kral da âşık olursa ancak mutlu olur.
5a
Müctes Bahri: Mefâ’ilün / fe’ilâtün / mefâ’ilün /fe’ilün
– Ne gülü görmeye hevesi, ne de yamaçlara çıkma havası var,
Çünkü boyundan da elden de tamamen kelepçelidir.
– Mekke olsun Necef olsun ikisi de bizim esas kâbemizdir.
Birisi namaz için, diğeriyse yemin içindir.
– Sevgilim! Bizim kırık kalbimizi sevgiyle koru,
Çünkü bu sevgi fidanı başa baş aşılıdır.
– Olsun ki sözünde durmadın ve yine yapacağını yaptın,
Ne çapkınlar senden memnun, ne de başkası mutlu.

– Dün sabah bahçede taze çiçeğimizin geçişinden iz varken,
Saksıdaki çiçekler o altın kırıntısı izinden yüzleri parlaktı.
– Mecnun’un kalıbına bir bak, bir de onun coşkusuna,
Bir avuç çiçekle dünyanın aşkı ondaydı vay be.
– Bu yola baş koymadan vuslat olunmaz
Senin davulunda bizim kesik başlar bizi ayakta tuttu.
– Aşkın yardımıyla felekle boğuşmuşum,
Sorma Ferhat dağı delecek gücü nereden buldu.
– Hızır’ı göndereceksen Musa’yı korusun diye gönder
Heyecandan sarhoşum, bana da bir can düşmanı yar gönder.
– Senin güzelliğinle yeniden abat olsun diye bahçe dağıldı
Boynundan yasemin verdin, etekten de çiçek gönder…
5 b
– Büyük hediyeler seven dostlar için dostluklar değersizdir
Benim paramparça yüreğimden bana bir hediye gönder.
– Senin beğenebileceğin maniler söylemek mümkün değil,
Senin bilmediğin bir sözü söylemek mümkün değildir.
– Sen ne afeti devransın ki, güneş yüzünü
Açıktan görmek imkânsız, gizli de görmek imkânsız.
– Senin huyundan dünyayı unutmuş olduk
Adım ne ki, bir kez bile falan kes demek imkânsız.

– Kalbime, gönlüme sevgiden, vefadan başkası haramdır,
Bizim gibi temiz yüreklilerin mezhebinde kin tutmak haramdır.
– Gözden adımlarını geri çek ve cilveni değiştir.
Aşığın göğsü ayna oldukça haramdır.
– Akraba gibi yabancılarla yaşanılmaz.
Bizim mezhepte ise eski akrabalıklar haramdır.
– Her gün beni biraz daha yaraladın, gam beni okşuyor.
Benim için uzun süreli keyif sürmek haramdır.
– Nadim’in teninin çıplaklığı, deliliğe yakışıyorsa,
Bizim çevrede yünlü hırkalar giymek haramdır.
6 a
– Ölümde ve yaşamda her şeyden vazgeçmek bir âdettir.
Dost, mezarın başındaki taştır, mumsa döşek.
– Haber ver çiçek derme mevsiminde
Gülistan kuşunun ötmesi tamamen lanettir.

– Hazan rengi evin duvarında kapısında o kadar vardı ki,
Bizim evden komşu evi tehlikeli görünürdü.
– Deli olmadan menzile varmak mümkün değil,
Mecnun’un çöle yolculuk coşkusu niyeydi.
– Ne çok oyunlar gördük bu eski dünyada,
Çocukların oyununu izlemek başka bir mutluluğu vardı.

– Mecnunun yıldızından ışıksız bir de bizim evdeki lambadır.
Leyla’nın zülfünden daha perişan bizim kafamızdır.
– Felekte görünen yıldızın coşması değil,
Yıldız resimli bu gökte ayrılıktan bizim yara izlerimizdir görünen.
– Nadim, boşuna söyleme bu kadar ki bu gökte
Çöl dikenlerinde takılı duran yüzler çıplak yürek bizden işarettir.
– Bir gün bile bu felekte güneş çiçeği açamaz,
Bu bahçe sanki bizim bahçemizmiş gibi…
6b
– Onun ağlamasıyla, gülmesiyle huri peri olunmaz,
Her gonca birer gül ve her keklik de ürkeklik (bir çeşit keklik) değildir.
– Evde şişeler deviriyoruz ve bahçede arkadaşız
Hiçbir dost sabah rüzgarı kadar vefalı değildir.
– Perili yıldızlar açmışlar kanatlarını,
Ne iyi ki bu evren, meleklerin evi değil.
– Güneşin kadehinde içki arama,
Ki bu kâse kildendir, kadeh değildir.
– Bahar geldi ve bahçedeki toprak sıcaktır,
Kemiğin bitkin iniltisinden kafam sıcaktır.
– Halvetinin şevkinden bu akşam kendimden geçtim,
Yanlış anlamamışsam bekçinin gözü sıcaktır (uykuludur).
– O kadar bu dünya seni seyretmeye meraklıdır ki,
Her zaman senin semtine doğru kervanlar yol almakta.

– Arifim ben, işim yok iyilikle, kötülükle,
Çiçek üstünde oturmam çünkü yüküm yoktur ona.
– Âşıklar için nevruzu hatırlamak ne güzel nevruzdur,
Çiçekler açıncaya kadar bizim yüreğimizde bir yük (açan bir şey) yok.
7a
– Dün yüzünü öpmekten onu seyretmeye fırsat bulamadım,
Çiçek hırsızının çimeni seyretmek gibi bir işi yoktur.

– Yüzünün kızarması okun kızgınlığından olan benim,
Çünkü dilberlerin yüzsuyu kılıç suyundandır.
– Dikkatli ol ki birden caymayasın,
Ki bu dünya halkı sabahçı kervandır.
– Gel ki seninle bir sofrada beraber rızkımızı yiyelim,
Çünkü kalenderin sofrasındaki ekmek pirin hediyesidir.
– Havadan sarhoş olmadın, burada şehir var, muhtesip var.
Sabah rüzgarının esmesi bu dünyada kader işidir.

– Söyleme bu bahçede lale yasa oturdu,
Çiçek bahçeye oturunca, o da ateş üstüne oturdu.
– Sedir ağacıyla dostun boyu arasında fark çoktur,
Birisi göze oturdu diğeri bahçeye.
– Kuşlarda bahçe havası o denli fazla ki,
Otlağa oturunca …..halt etmiş.
– Bizim derdimizle Mecnun’un derdi nasıl bir olsun,
Bizim kalbimizdeki yarayla ??? eşittir ancak.
7b
– Vuslatta rakiple beraber oturmuşuz,
İçki kadehim kan dolusu sürahiye bedeldir.
– Aşığın kara bahtıyla hüma kuşunun görkemi aynıdır,
Mecnun’un yıldızı güneşe bedeldir.
– Beni öldürdün ve bir dünya kıskançlıktan çatladı,
Döktüğün her kan yüz kana bedeldir.

– Bu yıkık dünya delilerle dolu olmuş,
Virane dolmuş ki deliler dolmuşlar.
– Dostun zülfünden mis kokuyu kapış-kapış götürüyorlar,
Hoten ceylanının nafesi gibi tarak dolmuştur.
– Dünya derdinden yüreğim dolmuştur nereye gideyim,
Evden dışarı çıkayım, eğer ev dolmuşsa.
– Kadeh boşaltayım ki bir yürek boşaltabileyim.
İçki kadehim sarhoş ağlamalarıyla doludur.
– Herkes kendine bir zülüf bulup ona tutunmuştur,
Zincir kime ait ki, deliler her yere dolmuşlar.

– Biz pişmişken yandık, oysa kelebek ham yandı.
Herkes aşkın sonunda değil yarı yolunda yandı.
– Dünya senin bülbüllerinin kafesidir.
Senin zülfün avcıya tuzak olunca onun kendi tuzağı yandı.
8a
– Şimşek gibi binince ata yaş, kuru kalmadı,
Eli bolluktan elde tuttuğun dizgin bile yandı.
– Senin ayrılık akşamında bir dağ (yürek yangısı) ile yandım,
O dağ ile gittikçe vücudumun hepsi yandı.
– Her daim kanat gibi kelebeğin teninde kendime yer ediniyorum,
Belki böylelikle keyifli yanabildim.
– Aşka tutuşunca ister Hüsrev ol ister Dağ Delen,
Ateş düşünce helal, haram hepsi yandı.
– Alışmak bir ayrı, yanmak bir ayrıydı,
Nadim, yanarken adsız yandı, ateş ise adlı sanlı yandı.

– Saba rüzgarı için vuslatında her yaprak hoş görünür,
Açtı gonca, bağrı geniştir senin aşkından,
– Her yana zülfünü koyup yürüdükçe,
Zannedersin avcı sırtında ağını taşımaktadır.
– Uçuşum külhanaydı, evimse gül bahçesiydi,
Bülbül gibi kalbimde kor ateş ve dilimde gül var.
– Biz kimsesiz, garip ve mis yüreklileriz,
Bizim aklımızda mâşukun gamzesi fazlasıyla değerlidir (pahalıdır).
8b
– Sana vasiyetim, kimsesizlerin başı üstündeki mumu gör,
Ki o da sabaha kadar dostlardan yadigârdır.
– Bizde vefa var, herkes bizi incitme peşinde,
Muhabbette her kimseyi görsen bize bir minnet borcu vardır.
– Mutluluk kanık vermez bize, can evinden mutluyuz çünkü.
Su, rüzgar, toprak, ateş hepsi bizim hastalığımızın derdindeler.
– İşveli gözlerdendir ki her daim başka bir renktedir,
Yanlış düşünmüş olurum sen Kişmir’sin ve biz bizim âşıkları.
– O denli bitkin düşmüşüm ki hiç sorma ailemden,
Mecnun gibi bizim gölge bizim yaslandığımız duvarın gölgesidir.
– Bahçedekiler çiçek ektiler ve bahçıvanın işi keyfini sürmektir.
Gerçekte her kimi görürsen bizi ekip biçmekle meşguldür.

– Ömür acıyla geçer acıyla yoğrulmuşsa eğer,
Düşmanlarım acı, dostlarım onlardan beter acı.
– Sarhoş ile Aşığa huzur haram olmuştur,
İlkini acı bitirdi diğeriniyse acı rüya.
– Onun dudağını İsa’nın dudağıyla karşılaştırmak istersem,
Hünnap meyvesi tatlı, hünnap şerbeti acıdır.
– Gel ki seninle bayıra çıkalım ve mutlu olalım,
Çünkü bizim hazinede âhın dumanı pek fazla çıkar.
9a
– Meğerse beni kırık dil ile anlayasın,
Senin her adımında birçok davacın vardır.
– Senin yolunda şevkten başla canla giderler âşıklar,
Her yerde sen varsan orasında ayak izi yoktur (baş izi var)
– Vuslat umuduyla kendi kendimi avutuyorum,
Çünkü benim için ev halvettir ve saray boştur.

– Senin karşında ayla güneş ayakta durur,
Senin ayağını öpmek için gül çimende sürünür.
– Bir atlı geldi ve bahçede gülün yerinde durdu,
İnerse atından eğer, gül gibi sürünür o da.

– Bahar geldi ki aşkın yarasını bir başka sızlatsın bizde,
Bülbülün sönmüş çırağını bahçenin yansımasından yeniden alevlendirsin.
– Bilmiyorum hangi gün çıkacak bahtıma vuslat
Çünkü gecem erken geliyor, çırağım geç ışıklanır.
– Bu güllükte ben o ağlar perişan bülbülüm,
Ki bir gül dikenini görünce hemen onu kanatlarının altına alır.
9b
– Aşk geldi ve ne iyi ki benim ismimi kötü anmaktan kurtardı,
En sonunda arzularım, taşın bağrından çıkı verdi.
– Sitem olsun teşekkür olsun halkın sözünü etmedim,
O kadar ki dil dikeni ağzımda paslandı.
– Yüzüm taneleri o denli sarhoş ki bahçıvan
Sanki Mansur’un kellesini tahta çıkardı.

– Aşkın semtini kapı bacadan çıkarmak (bulmak) gerek,
Burası görev yeri, yük çekmek (taşımak) gerek.
– Vuslatın şerbetiyle ayrılık zehri aynı anda kaldırıldı,
Vay ben her ikisini de bir kere kaldırmam gerek.
– Dostların kalbine karşı sevgisizlik şart değil,
Ancak sonuçta bu bir alışkanlıktır, bu hastalığı çekmek (sabretmek) gerek.
– Burası mâşukun sofrasıdır. Hiçbir yer şartsız değil.
Duvarın üzerine perde çekmek gerek.
– Senin yüzün hasreti takatsiz yürekten alır,
Senin vuslatın cıvadan akışkanlığı alır.
– Bahçıvan gibi çiçeklerin gölgesinde uyuyorum,
Ne zaman senin yanındayım uyuyabilirim.
10a
– O yanağın mahcubiyetinden lalenin yüreğinde dağ (yangı) kaldı,
Onun mahcubiyetinden güneş duvarda gölge gibi kaldı.
– Her kes bulmuş kendine güzel bir yer, ne güzel kısmettir ki,
Güzellik halvette oturdu ve aşk çarşıda kaldı.
– Hızır suyu yoksa da senin gülümseyen yakut dudakların var,
Nabat şekeri olmasa da senin şeker gibi ağzın var.
– Yaprak-yaprak sözlerim şeker kâğıdı gibidir,
Nazım defterimin düzeni senin şeker gibi ağzındır.
– Vuslatın zekâtı olarak bundan artık verilemez,
Sen benim yanımda ve başkası senin ağında tutsak.

– Senin entrikalarından dünyanın ruhu dinlenir,
Sen ortaya çıkınca gökler dinlenir.
– Sakinliğim ve kadehim cennet kuşunun gölgesinden değil.
Kafa bulunca kemikler dinlenir.
– Yezit senin semtinde bayezid olarak çıkar.
Ümidi olan nasıl senden umutsuz olabilir.
– Dünya başa baş sihirdir, rengârenk süslenmiştir,
Biri siyah biri beyaz oluverir orada.
10 b
– Sen sadık Türk’ü sapık insandan ayıramazsın,
Senin yolunda bin adamdan ancak biri şehit olur.

– Senin gül bahçesi devrinden gülistan doldu,
Güneş senin yüzüne bağlanarak dünyaya ışık saldı.
– Ayaktan bağı çözmek o denli zor değildi,
Avın, avcıyı getirmesi eteği tutuşturdu (zorlaştırdı).

– Tüm sorunlar dostun zülfünün kıvrımından bana düşman oldu,
Çünkü coşkumdan el oldum kendime ve dost düşman oldu.
– Bahçenin havası eski yaramı tazeliyor.
Çünkü her gül yaprağı yakıcı ateşe el etek tuttu.
– Kalbi kara dünyanın ışıktan yana zaafı vardır.
Gariplerle ölünce güneşin meşalesi yandı.

– Bizimle sen arasında ey başkası, sorun çıkmasın,
Senin kan paran bizim merhem masrafımızı karşılamaz.
– Ne olur maksut uğruna her yola koşmasak,
Söylemedik ki bizim iddianın tersi de olmasın.
11a
– Bedbahtın derdi sadece günlerin geçmesi değildir,
Yüz derdim var benim ve birinin bile adı yoktur.
– O cennet kuşudur, tanrım onu koru,
Kimse yoktur ki onu yakalamak için tuzak kurmasın.
– Rızkımın darlığındandır zorunlu tasarruf etmem,
Kalendir kahvaltı ederse de akşamlığı yoktur.

– Biz hür insanlara bu dünyanın yeniliği var,
Hayâ kartaldır ve gam asker bunun da yeniliği vardır.
– Ne çok kez görmüşüm dünya derdini, üzülmem artık,
Her çeşitten derdi tattım çok az yeniliği vardır bana.
– Bizim mutluluğumuz cahillik ve aymazlık çarkı içindedir,
Bu yas evinde mutlu kalplerin yeniliği vardır.
– Böyle eski, sadece delilik dağından (yangısından) yenileşir,
Nasihatçi! Sakın bize yaramız, merhemimiz yenidir deme.
– Dudağının her köşesinden birkaç İsa ortaya çıkar,
Çünkü İsa’dan söylerler Meryem’in yükünün yeniliği vardır.
– Kendi ölümümde mey gelinse, ne mutlu damada,
Aşk yolunda şehit olana yas töreni yeniliği vardır.
– Nadim, sen çapkınsın, seninle biz anlaşamayız,
Bu ortamda senin için ayyaşlığın, benim içinse üzüntünün yeniliği vardır.
11b
– Yezit’tim ve bade beni Bayezid etti,
Piri Muğan’ın sabah şarabından almam cabası oldu.
– Ey belalı kâfir, ne kadar bela yüzü mübareksin sen!
Her sabah kim seni gördü bayram etti.
– Kara bahtımızdan hafızamız aydınlandı,
Kara gün bizim evi beyaza bürüdü.
– Dostun kokusundan her nefeste sarhoş oluyoruz,
Vuslat haberi bizim sirkeyi şarap eyledi.
– Gâvurlar içinde bizim gâvurdan korkusuzu yoktur.
Yüzünü kızartınca, kanla şehit eyler (kanını döker).

– Ne mutlu senin yolunda yar olmanı gözlüyorlar,
Sana gönül bağlamışlar, dünyadan kopmuşlar.
– Geceler sen …. bense duada ki senden uzak olsun,
O kimseler ki senin uğrunda kana oturuyorlar (öldürüyorlar).

– Söyleme her mâşuk aşığından başkasıyla iyi geçinir,
Eğer öyleyse melekler yabancı insanlarla iyi geçinir.
– Gözünde ben bir tuz gibiyim, nasıl beni aklında tutsun,
Ki zülfünün her kıvrımında bir unutkanlık gizlidir.
– Kâfir olsun mümin olsun hepsini bakıcısı yapar,
Kaşından Kâbe ve yüzünden ateş yeri yapar.
12a
– Çimen bizim oyuncağımız, sihri nerede, sürsatı nerede,
Ki her gül dalından hem kadeh hem sürahi yapılır.

– Arkadaşlara sitemim var, benim dermanımda ne buluyorlar,
Ki ben kendim kendi işimde aciz kalmışım bilmiyorum ne buluyorlar.
– Dünya sersem ben de sersemliyorum zaten
Artık bu perişan rüyamın yorumundan ne buluyorlar
– Bizim halimizin şahididir gizli haykırışlarımız
Gözle görünürüm, artık gizli âhımda ne buluyorlar.
– Arkadaş, iyi niyetten yüzümü silmeye yardımcı oldu,
Bilmiyorum ağlar gözümün havasında ne buluyorlar.
– Benim şarabım yar, konuşmam yar, büyük velvele var bende.
Şimdi kendimle karşı karşıya gelmişim bunda ne buluyorlar.
– Eğer iyi kalpliysem madem, benim katlime ferman ver
Bilmiyorum dosttan başka bu hayatımda ne buluyorlar.

– Gönlüm bahçede yüzümde bin açmaz,
Bin fikir var binde biri açmaz.
– Saba! yüzünden ve zülfünden haber ver bari
…….. Bahar rüzgarı açmaz.
– Birisi garipler akşamında, birisi ermişler sabahında,
Bu kapı eğri olduğundan, iki kez açmaz.
12b
– Ne oldu da zülfündeki bir iki üç düğümü çözdün,
Yârin kaşının köşesindeki düğümü çözmedin.
– Dünün vuslatından elde ne var, şimdiki durumda
Keyif gönlümüzden herhangi bir düğüm çözemedik.
– Çölün coşkusundan benim Türk’ümün buralardan geçtiği bellidir.
Ki entrika dışında hiçbir kapı bu toz dumanda açılmaz.
– Gamzeden gönlüm yaralı, nasıl bahçeye gideyim,
Çiçeğe söyle aşığın damarını dikenle açmasın.

– Kerem’in aşkının yarısı alev gibi baştan ayağa yanmaz,
Ki bir yerde mumu yakar, bir yerde yanmaz.
– Sıcak ateşin ortasındayım, zevkle söylüyorum,
Ne yazık külüm bu ateşte yeniden yanmaz.
– Bu kafa bulmakla, Mecnun’un rüsvalığından başka bir şey çıkmaz,
Ki deli âşık olursa da rüsva olarak yanmaz.
– Felek bizi yakmayınca kimseyi yakmaz,
Bizsiz bir kafa tutuşmaz, bizsiz bir gönül yanmaz.
– Bazen lale ile bahçede, bazen mum ile içki meclisindeyim.
Bu bir gelenektir ki âşık dağın acısında (yangıda) yalnız yanmaz.
– Şaraba bulaşmış her parmağımız birer mumdur bu mecliste,
Bizim şarap yanmaz eğer yanmazsa sehpası.
13a
– Yeni bir derde düşmüşüm, başka kafadayım,
Âşıklardan ne beklersin, her bir an başka bir dert (onlar için)
– Kimi zaman seni görünce ölürüm, kimi zaman seni görmeyince,
Vuslatın olmayınca ayrılığın bir başka yastır,
– Başım üstüne gelirsen eğer, tanrı aşkına perdeyi çek bir tarafa
Ki en sonunda evi aydınlatmış olayım bir an bile olsa.

– Her solukta ey âşık, saba rüzgarının izini sür,
Eğer yolunu bulmazsan bizim eteğimizi tut.
– Kafası duman olanların kol kanadı bahar rüzgarıdır,
Yolculuk şevki içine düşmüşken, havanı almaya bak (yolculuğa başla),
– Laleden gülden ovalar gelin eteği gibidir,
Her dikenliğe yetiştiğinde kına yak ayaklarına.

– Ömür geçti ve ben hala meyhanenin kapısındayım,
Canım çıkmak üzere ve gözüm hala kadehtedir.
– Her bakışta yüzler tuzak yere gömüyorum,
Deli gönlümle hala barışığım ben.

– Gamdan yanmışım ve gönlümde hala ham hevesler var benim,
Kalp çarpıntısından öldüm ama hala gönlüm hüznün huzurunda.
13b
– Kaşının çizgisi, yüzüne geceden haber verdiyse, yanlıştır,
Zülfünün kıvrımları hala güneşe tuzak kurar.

– Züleyha’nın piridir dünya, merhaba nevruz,
Farkı nerededir, Yusuf’la nevruzun,
– Çiçek bülbüllerin kalp iniltisini duymaz,
İki hafta yeter, git çiçekle beraber geri dön nevruz.
– Gül budağının gölgesine gel,
Gül hüma kuşunun(cennet kuşu) kanadı, o da hüma nevruzu olunca, nevruz talihidir.
– Ya suçlu ya da suçsuz işi bilen için sıkıntı değil,
Ki her kim öldürülürse, kan parası nevruzdur.
– Dünya güzel gelindir, bahçe de mihridir.
Baharın gümüşü çiçektir, yüzgörümlüğü ise nevruz.
– Bayram namazı sarhoşlar için vacip oldu,
Ki çiçek baharın günleridir ve öncüsü nevruz.
– Cennete gidersem eğer, keyif sürmek bizden uzaktır.
Çok fark var, cennet nerede nevruz nerede.
– Bir saatte tüm dünyanın ahvali değişir,
Asif’in (Haz. Süleyman’ın veziri) düşüncesi, bir de cihan nima küresi (Cam-i Cihan Nema) nevruz gibi,
– Bu iki Asif’ten ………
Ki bizim akşamımız bayram akşamıdır ve günümüz nevruz.
– Bu iki kardeşi övmekten, bu iki vezirin adaletinden
Bülbüller gazel ötüyorlar ve nevruz şenlik dağıtır.

– Meclis sarayıdır nağme söylesin diye emir ver Nadim,
Ki inilti sazın giriş perdesi oldu ve şarkı da nevruz.

14a
– Onun sorusu benim hastalığımın nedeniydi,
Ölmekteyim bu dertten ki bugün neden dünden daha iyiyim.

– Onu bir kararda göremiyorum, onu bir yerde bulamıyorum,
Bu ne şaka bir şeydir, şakacılığından kendini görmek mümkün değil.
– O kuyruğu başı iğneli olan yılanın inceliğinden nasıl sohbet edilir,
İyilikten her yeri her yerinden fazlalık görünür.
– Çiçeği dermek için elini nasıl kaldırıyor,
Şakasına sedir boyuna ulaşmamıştır boyu.

– Kimi zaman namus korkusundan bir yerde hor görünür diye perişan oluyorum.
O kadar o gözlerinin sarhoşluğundan perişandır sarığı.

– Her zaman yakamın tozu elimdedir (bir elim yakamdadır),
Kendi aleyhime hâkime şikâyet götürüyorum.
14b
– Söyleme vuslat, ayrılık, aşığın baş belasıdır,
Birisi onun kendi sıkıntısı, birisi kendi keyfi

– Başka ayyarlık (mertlik) yok kurtuluştan başka,
Yanmış yanar budur kurtuluş yolu.
– Kimi zaman ateşe, kimi zaman suya verirsin.
Ne yaparsan yap sonu kurtuluştur.
– Senden ölmek, ayrılmak hatadır, yanlıştır.
Kurtuluş ehli olan kurtuluş istemez.
– Şahne ile mâşuk alanı ne acayip bir alandır,
Başka suç yok meğerse kısastan.

– Zülfünden cehenneme çizmiş iki çizgi
Âşık kara bahtının çizgisidir diye sanmış,
– Sapıklar için kabul veya reddetme tekçe bir bahanedir,
İster o süs zülfünü iyilik olarak gör, istersen çizgi olarak.
– Kötü çizgiden entrikada bir hisar çekmişler,
O kaş himayesinde bizse çizgi himayesinde
– Dostun siması benim hayat karnem olmuş,
Suç tuzağıdır eğer çizgi siyah olursa.
– Güzelliği her kuşamda başka süslenir,
Zülfünün bir kıvrımının yansımasından ve şapkasının altındaki çizgiden…
15a
– Halkın huzur çizgisi her açıdan onun kalem kaşlarıdır.
Asla görmemişim bu düzende çizgi
– Yârin cemali sihirdir ya ki nazdır bilemem
Gözümde bazen zülfünün gölgesi bazen çizgi görünür.
– Kan kıblem eğridir, namazım düşmez
Hem kaşın secde yeri, hem kıble yeri eğri.
– At çapması güzelliğinden yüzüne toz konmuştur.
Yoksa kimse görmemiş ay ile güneşte çizgi.

– Sanemlerin zülfü bükmelerindeki bunca çaba nedendir,
Zülfün ateşperest Hindu’sunun suçu yoktur.
– Kimse saçlarını ateşe yaklaştırmaz, o zaman nasıl olur ki yar,
Zülfüyle yüzünde ateş harmanı oluşturmuş.
– Dostun güzel yüzü kutsal hazinenin bir köşesidir,
Zülfün bükülmesi, engerek yılanının halkasından bir nişandır.
– Mumun yüreği kan ağlamayınca ışık veremez ki,
Yar bağlamış zülfünün her teline birkaç uzun gece,
– Nadim, kim onun cemalinin bahçıvanına vermiş,
Zülfün eliyle yüzünden bir demet kızıl gül.
– Koldan bacağa kadar her yer gülün kan parası,
Senin nereni gülün neresiyle kıyaslayayım ben.

15b
– Karşılıklı oturup sızlanalım,
Biz kalbi yitikler senin için, bülbül gül için,
– Bahçeden yasemin manolya eksik olsa da ne korkum var,
Bahçeden gül dışında ne giderse gülün fedası ola.
– Kafamdaki aşk iniltisi en mükemmel müzikaldir.
Ey dost! Ne zamana kadar bülbül, gül için uykusuz kalacak.
– Dostun cemalinden çimen güzelliği o denli arttı ki.
Avcı, bahçıvandan yüzgörümlüğü olarak gül almış.
– Artış çimene, bahara da onu süslemek düştü,
Lalenin yeri toprak, gülün yeri dikendir.
– Gamsızın düşüncesinde bu bahçe keyif içindir,
Akıllının düşüncesinde ise lale dağı (yangısından) ve gülün ayağındaki diken için.
– Meyvenin yükünden ve bahçenin ürününden bellidir,
Çünkü rüzgar gülün abasını parça-parça diker.
– Nadim, gel ki bu tuzağın başından geçelim,
Bülbülün sesi de sohbeti de gül ayağının dibindedir.
– Ben mesiha nefesliyim, mesihaya doğru yol aldım.
Âhın eteğinden yapışıp yukarıya yükseldim.
– Aşkın sarhoşuyum, delilikten haberim yok benim,
Deliliğim o kadar ki evi bırakıp çöllere düştüm.
– İsyan… bazen kendine getirir.
Ben kendim gittim, onlar dünyadan gitti diyorlar.

17a
– Yüz çatlağı olan yüreğime dikiş kar etmez,
Dervişin hırkasının yırtıkları dikişle kapatılamaz.
– Nadim! Mutluluk görmedi kara bahtlı yüreğim
Kimse yağmalanmış evde misafir olmaz.
– Bahçede sarhoşluktan öyle şakalar yapıldı ki,
Ki gül dermek istediğimde gül gibi rüzgara kapıldım.
– Feleğin cilvesinden gülmeyi unuttum,
İlk oyunda ustaya denk gelen bir çocuk gibi
– Öyle bir zaman ki, mutluluğu bile sıkıntılıdır,
Onun kuzeyi tokat haberi getirir sadece.
– Kazadan oldum pamal (ezik) ve dostlar söyler
Ki hoca mirza Hint’ten büyücü getirmiş.
– Bade getir ki gül zamanı tekellüf gerekmez,
Ki şah kadehi ve çiftçi kil sürahiyi getirir.
– Asla muhabbette kimse vefasız olmaz.
Dost yolunda öldük ki namımız kalsın.
– Sanemlerin rengi solmuş aşkbazlar yüzünden,
Bahçıvan ölünce bahçe sefasını yitirir.
17b
– Dostun kokusundan mühürlü bir mektup getirdi,
Postacı kuş ölürse de, saba rüzgarı kalır (ölmez).
– Yusufistan bir ildir, her sokağı Yusuf ‘un mahallesi,
Artık can nerede çıkacağına kadar, O da nerede kalacağına kadar.

– Sanemler, çimenin tavrından gönüllerini renge kokuya kaptırdılar,
Yüzden sıkıntı çektiler, saça çiçek bağladılar.
– Bizim şehrin güzellerinin yüzünü, saçını gördüğünde,
Öyle sanırsın saça bir demet gül bağlamışlar.

– Vuslatta gönlüm, cânânın yüzündeki kıvrımdan yanıyor,
Kara bahtlı insanların lambası yanarsa da evi yangın sarar.
– Onun nefesinden her gün evimiz ışıkla süslenmekte.
Bizim lamba pervane hatırına yanıyor.

– Gencin, yaşlının kalmadığı bu memlekette,
Kuşun ötüşü ağıt söyleyenin bağırtısına benzer.
– Dünya aşağılık yurdudur, rahatlık yeri değil,
Kervanın kaldığı yerde ne mutluluk olabilir ki,
18a
– Aşkın esiri olmuş birinin derdi kederi fazla olmalı,
Çıldırmış kafam var, bir hasta yürek gerek,
– Yüreğim heyecandan titriyor, başım sevinçten dönüyor.
Deli gönlüme bir buse bir de yârimin yanında olmak gerek.
– Şakalaşmak istiyorsan, gel bizimle çıldırmaya bak,
Çıldırmış kafaya sarığın çıldırması gerek.

– Bana doğru saba rüzgarı çiçek dalından eli boş geliyor,
Âşıkların rüzgarı türbanın kıvrımından esiyor.
– Şarabın kokusuyla rüzgara kucak açıyor dost,
Öyle sandım yâr evden humar (sarhoş) çıkmış.
– Çocukluk havasındadır hala, çiçek dermek bilmiyor.
Bülbül, koynunda yuvasıyla, güllükten geliyor.
– Sanemlerin mahalle başları küfrüyle imanın şifa kapısı oldu.
Çünkü her yerden gidiyorum bir hastanın geldiğini görüyorum.
– …… vade ile yüz meclisi süslersin.
Senin semtine kadar her âşık duvara kulağını koyarak (Kulak kabartarak) geliyor.
– Senin semtinde bülbülün ötüşü rüsvalık tehlikesidir.
Çünkü bu ses efkârlı sinelerin iniltisinden geliyor.
– Ne zamana kadar bu meyhanede kendimle cebelleşeceğim,
Vaktidir coşarak, kükreyerek dışarıya atayım kendimi.
18b
– Bahçedeyim ve reyhandan, başaktan haberim yok,
Bir rüzgara bürünüyorum ki senin zülfüne düşeyim.
– Ciğer dağına (yangısına) ve ten yarasına düşen bir aşkım ben,
Çiçeğe doğru yuvarlanan ve yasemin üzerine düşen bir gözüm ben.
– ……… kalender kuşamı yakışmaz,
Vaktidir bir sözlü olayım ve kefene bürüneyim.
– Kimse söylemedi ve kimse söylemez benim duyduklarımı.
Söylenecekleri söyledim, görebileceklerin hepsini gördüm.
– Gözüm cananın mesajıydı o sebepten yumdum ağzımı,
…….. bu tomarı dürmüşüm.
– Boynumu büktüm ve kenara çekildim.
Cübbe arasında çözülmüş dikiş gibiyim.
– Bazen gülüyorum keyiften, bazen inliyorum zevkten,
Göremeyen göz bebek gibiyim dostun vuslatında
– Yere doğru yüzüm, kanlı gözyaşlarım bir kenarda,
Aşığım, çocuklar oynasın diye bir tezgâh kurmuşum.

19a
– Her gün yeni bir coşku harabeye götürmüşüm,
Her diyarda bir deliye hediye götürmüşüm.
– Sadece bu bülbülü uyandırmamışım.
Geceler lambayı pervanenin başı üstüne götürmüşüm.

– Dünyayı mutlu mutsuz başa baş gezdim,
Yeniden gezdim bu dünyayı, sonunda kendi şehrime döndüm.
– Su olsam da ateş olsam da, aşkta Mecnun gibiyim kesinlikle,
Kendim oldum bir damla gözyaşı, gözün çevresinde dolaştım.
– Çöktüysem üzüntüden, dostun ayağına düşmüşüm.
Kalktıysam eğer cananın başına dolanmışım.

– Kafamda yazık kalbimin çaresine bakmak var,
Ölüme çare kılmak var, yeni bir kefen giymek var.
– Asla bu çocuk huyluluk kafamdan çıkmaz,
Tabuta gitsem de yine beşik şakası yaparım.

– Dostun muradında yüzler iddiacıyla baş ederim,
Bir sanem uğruna kâfir bir şehre secde ederim.
– Herkesten duyulan ince sözler o denli güzel görünür ki,
Güzel bir yalan söyleseler inanırım.
– Bazen ihmalkar olduğumdan sarhoş olurum, bazen de ..(Mahmud’um Ayaz olur???)
Aşkın başlangıcıdır, her zaman bir duraksamam olur.
19b
– Cananın istiğnasından acayip sıkıntılı bir halim var,
Kendimde titrek bir tenim var, kan revan içinde bir kalbim var.
– Ne vuslatında bir meyve yedim, ne de karşısında bir çiçek derdim.
Bahçıvanıma şükürler olsun, verimsiz bir talihim var.
– ….. vermişim kalbimi, bir göz uğruna vermişim canımı.
Vefalılıkta eli bol biriyim, ne yaman elim yüreğim var.
– Bir an bile aşktan ve güzellikten yoksun değilim, ne zevktir bu,
Bir elimde varsa bir gülüm, öbür elimde bir bülbülüm var.
– Canandan sitem etmek kıskanılası bir durumdur, vay canıma
Eğer dertleşiyorsam biriyle, bir yürek ağrım var (elbet).
– Her yola sokağa binlerce tuzak koydum,
Elimden uçmuştur (kaçmıştır) adak ve cennet,
– Tarağının dişlerine ayın zülfünü yeşertirim.
Aşkın zekâtını elimden için dostlar!

– Toprağa düşürdü sonunda……
Böylesi bir sevgiliydim, çiçek serpin toprağıma.

– Ne bahçedeyim, ne de çölde, rakibime bildireceğim adres bu kadar ki,
Beni fıçı başında bulamazsan, üzüm ağacının gölgesindeyim.
20a
– Sen gibi cananın zülfünün kıvrımını bilmediğim sürece
Kara evli Mecnun’un coşkusunu bilmiyordum.
– Herkese kalbimi verdim içine gam yükleyerek bana geri verdi.
Yabancı insanların âdetlerini bilmiyordum.
– Bu bahçede yaradan gülmek bahar şenliğidir,
Bundan önce kimsesizlik zevkini bilmiyordum.

– Gel ki çiçek mevsiminin son gününde şaraba saldıralım,
Gitmeye acele eden çiçekler gibi acele edelim.
– Benim ciğer parçası gözyaşlarımın fiyatı ucuzdur,
Kim söylemiş kendi (gülsuyumuza ??) satalım.
– Bize alçakları övme kifayeti yetişmedi,
Ebu Turap (Haz. Ali’nin lakabı) gel, Buturabı (toprağın babası) övelim biz de.

– Onun vuslatından ne söyleyeyim ki ömrümü ona verdim,
Bir dudaktan şeker emdim, bir dudaktan da değerli taş aldım.
– Vuslatta ıstırabım ayrılıktan çok oldu,
Sitem etmeye başladım, kalp ağrısına yeniden tutuldum.
– Kendi kara günümden ne fena umutluyum ben,
Bahtım rüyasında görmüş, seni almışım koynuma.
20b
– Gelişip büyüyeyim diye Nevruz geldi,
Çiçek zihinde açıldı (aklıma geldi), ben de içkiden açıldım.
– Gül yaprağı ve bülbülümün ötüşü hazırdır.
Rabbim bu kimin duasıdır işlerim böylesi tıkırında gidiyor.
– Bir avuç tozum ve başkası için almış beni,
Rabbim zülfünden uzak düşürmesin sakın,
– Aşk adamının çılgınlığı, kafasından gitmez,
Ölümden sonra taş olursam eğer değirmen olurum.

– Bu çimende çiçek gibi bir pis mezarım var,
Kana oturmuşum, dinginlik arzum var.
– O denli dudağım şeker dudaklılara alıştı,
Ki eğer hüma kuşu olsam bile onlara eğilimim var.
– İnilti sesini kestim, perişan gönül nerede
Ki kafeste çılgın bülbülün yoldaşı varım,
– Dokuzuncu kat benim derbederliğimi yazdı kaderime,
Her yana gidiyorsam eğer, yine geri dönme hevesim var.

– Biz içkiyi mutlu olalım diye içmemişiz,
Sadece kendimizi bu bahaneyle unutmuşuz.
– Asla ay ışığında bir şarap içmemişiz,
Sarhoşluğu ay ışığına denk getirmişiz.
21a
– Çiçek dökerek (kinaye: ağlayarak) bahçede bir şarap içtik,
Her yıl gül için bahçıvanın kanını içtik.
– Dostların varlığından kadehlerde ne zehirler var,
Ne mutlu o kadehe ki dostların anısına içtik.
– Benim sitemim, senin de şükrün haklıdır dostum!
Sen kâr ettin, bize de kervan tozu kaldı.

– Düşer düşmez yerinden fırlayıp kaçmak isteyen av gibi değilim.
Kan revan içinde olurum, meğerse kınçak (atın arkasından çekilen yüke bağlanan tasma) yardımıyla yerimden kalkarım.
– Her yerde esen sabah rüzgarı gibi sarhoşların evciliyim,
Otururum kadehin başında, üzüm asmalarının seyrine giderim.

– Biz kalbi yaraya, yarayı da oka sattık,
Kor ateş sıçradı, sıçrayışı eteğe sattık.
– Dünya insanın kârı zararı önemli değil.
Bade gibi kendi damak tadımızı bahçeye sattık.

– Sözün değerini bil ki bu pahalı malla
Var olan arzuları devrana (zamaneye) sattık.

– Yine de cananın vuslat rüzgarı omuzlarıma esiyor,
Onun ev ortamı koynumun genişliğine düştü.
21b
– Körkütük gözler aşkına gizliden kadeh tokuşturuyordum,
Ki en sonunda nergis vazosu gibi, saksı çiçeklendi elimde.

– Aşkın yangısıyım, âşıkların göğsünü aydınlatırım,
Kül kalıntısı olsam da, aynaları aydınlatırım.
– Her lambanın bir beğenisi, her gecenin bir saygısı var,
Aynanın mumunu Cuma gecesi aydınlatırım.

– Nerede bende o takat (yürek) ki cananı bırakayım,
Seni evde göreyim de evden çıkayım.
– Kimi zaman nergisin derdinde, kimi zaman o zülfün kıvrımında,
Çok zor, bu deli gönülle baş edeyim.
– Sihirbazlıklarda Hintli, sarhoşluk naralarında Türk,
Gitti o günler ki o sarhoş nergisin (Mahmur gözlerin) karşısına çıkayım.
– Onun delisi olan birisi için kapı duvar boş (vız) gelir,
Çok telaşlanırsa, barakadan çıkarım.

22a
– Fedai olarak doğmuşum, anadan doğma ihlâs getirdim,
Köleler ve özgürler için kulluk yöntemini getirdim.
– Bundan güzel hediye olmaz ki bu bab-i âli-ye (Yüksek kapıya)
Çıldırmış kafa ile mutsuz bir zihin getirdim.
– Her bir yardan gönülde bir yara izi kalmıştır benim,
Şimdi bu lale gülünü, Ferhat’ın türbesinden getirdim.
– Zorluklardan inlemedim, her defasında daha acımasızlaştım,
Vefa sahabelerinin tazminatlarını hatırlara getirdim.
– Mina kuşuna müjdeler olsun, bir bahar ürünüm var.
Gülistana muştuluklar olsun ona rüzgarı getirdim.
– Meğerse sarhoşların sıcakkanlılıklarından fayda bulayım,
Sofiler halkasından solmuş yüreğimi getirdim.
– Ne kumrunun ötüşü, ne de bülbülün coşkusu vardı.
Âşıklar içre ben ahuzarı getirdim.

– Biz ne zaman Babil bülbülünün sesi için oturmuşuz,
Biz gülün dibinde, bülbülün ötmesi için oturmuşuz.
– Toz da olmuşsak, yine şevkimiz yerindedir.
Bazen zülfe, bazen de kâküle (perçeme) oturmuşuz.
– Ömrü uzun olası dostun boyu zülfü için,
İki başağın gölgesinin yanı başında oturmuşuz.
– Âşıklara minnet ve ahret korkusu yoktur.
Biz sabırla, tevekkül gölgesinde oturmuşuz.
22b
– Talihten sonunda alacağız kendi hakkımızı,
Onun yolunda köprübaşında oturmuşuz.
– Bazen goncanın kırışmasında, bazen de rüzgarın kırışmasında,
Hadisenin dalında gül gibi oturmuşuz.
– Âdetin dışında konuşmak, çiçek açmak fazlalıktır.
Arkadaşlarla ihmallik sofrasında oturmuşuz.
– Yerden haraç alıp, felekten vergi almışız,
Şahlar gibi tevekkül tahtında oturmuşuz.
– İstesen de istemesen de o denli çıldırmışım ki,
Aşkın sarhoşuyum, sabaha kadar sızlamışım.
– Sonunda Yusuf’um Yunus oldu, benim konuşmalarım yerindedir.
Ayaklarıma göz koymuşum, kirpikleri balık ağı yapmışım.
– Hocanın, biz bahtiyarları bağışlamaktan başka çaresi yoktur,
Özel kulum, hatam –sadece- adımın iyiye çıkmasındadır.
– Aslan kandan kanlı ise,?? ben değil ceylanlar dost sarhoşudur,
Canı vermişim ki cananı görebilmişim.
– El ayaksız (onursuz) oldum, her zerremden mahcup olan kim?
Dikenden kayaya bu yolda her şeyden özür dilemişim.
– Gözyaşlarımda gemi süzdü (sel oldu), ahım da feleğe yükseldi,
Her yolunun başına bir elçi göndermişim.
– Mertler şahı (Haz. Ali) kıble yerim, şah Abbas da sığınağım,
Şahın kuluyum o yüzden şahlık derdindeyim.
23a
– Senin zülfünün bekçiliğinden uykuya dalmışız,
Zülfünü dağıttın, bir halka kıvrılmaya düştük (başladık).
– Oyun oynarken girdaba kapılan bir çocuk gibi,
Saki’nin dudağına aldanarak şaraba düştük.

– Sevda kazanını kaynatmışız, gösteriş yapmışız.
Ateşin her kaynayışı için kalplerden dilencilik yapmışız.
– Ziyafet özel, şah da nazir, yiyip yatılmaz burada,
Biz ukalalar birkaç gün hayâsızlık yapmışız.
– Şehir bir pazardır, bizim devirde şehirli nerede,
Burada kendimizi bilerek (kasten) köylü yapmışız.
– Bizim telaşımız hep tuzak sınavlarındandı,
Kurtuluş için kendi zincirlerimizi daha sıkı bağlamışız.
– Bu sofrada mutlu gün görmek için tevekkülden başka çare yok,
Kendimizi eksikliklerden (yoksunluklardan) dindar yapmışız.
– Bizimle felek arasında düşmanca bir güreş vardır,
Âşıklıkta yıllardır gövde gösterisi yapmışız.

– Aşkın mezarını ne Ferhat yap ne de Mecnun,
Bir nefeslik cilvesini artırmadıysa, nefesini çoğalt.
– Yıldız kandamlasıdır ve damlamaktadır.
Bir bakış at bu ters dönmüş kadehlere.

23b
– Gözlerini ne yumuyorsun, vaktini boşa geçirme,
Ki ömür hayalin tekelinde, uyumakla zaman kaybetme,
– Bu kadar ki bizi kendisinin kurbanları olarak görmüş, bize yeter,
Artık bize neler etiğini hesaba katma.
– Senin yüzünden bülbülle gül arasında kavga vardı,
Bahçeye gitme, benim evimi barkımı harap etme.
– Yeter bu hasretin şakası, kıskançlığın şakası, çünkü hâlâ
İçki suyumun hepsi kandır, kanımı su eyleme.

– Dili, reyhanın övgüsü, kalemi (kaşını), başağın dalı eyle,
İki mısrayı birleştir, onun adını zülüf ile kâkül koy,
– O gül dalı bahçeye gidiyor, gururuma dokunuyor,
Bir avuç toprak eline al ey rüzgar ve bülbülün gözüne serp.

– Her zülfünün halkası ne zamana kadar göz halkası (göz bebeği) olacak,
Yüzler kez yazıklar olsun ki senin yüzüne gözler bakmış.
– Sarhoştur ve dudağında, tanrım onu koru duası,
Gül dalı gibi duvar dibinde bitmiş (yeşermiş).

– Aşk yorgunlarına ne dağ ne de çölden bahsetme,
Nerede buluşma nimeti varsa oradan bahset.
26a
– Burası aşk âlemidir, güzel çirkin sakıncası yoktur.
Gül gibi dikeni de ararsın (seversin), dikenden kayaya kadar her şey güzel.
– İster aşk adlandır, ister güzellik, her ikisi de beğenilendir.
Mecnun’un hatırı saygındır, Leyla’nın zülüf kıvrımı iyi.
– Bizim tırnağımızla saçımız başa baş bahçedir,
Söylemeye değmezse, burada iyi, orada iyi.
– Bizim günümüz ışık, zaferimiz de amacımız da bizdendir,
Bu Yelda gecesi ta o Yelda gecesine kadar iyi.

– Zülfünün gölgesi arasında menekşe salıncak kurmuş,
Mezar çiçeği köşede nikap (maske) vurmuş.
– Benimle Mecnun arasında bu kadar fark ki,
O bir meleğe ben ise güneşe vurulmuşum.
– İkimizin rakibi şaraptır, kimse ona rakip olamaz,
Ki onun gözleri derin uykuya sek şarap katmış.
– Ey gül sen masumsun, senin güzelliğinin doğası gereğidir,
Ki lale ve gül hep yaslı ve ıslaktır.
– Ben işareti ateş ve bulutun üzerinde yok,
Ki seçilmiş beytin başına nokta koymyş.
– İster ceylanlar, ister aslanlar olsun hepsi senin gözünün esiriler.
Ki senin uyuklaman her avı uykuya düşürmüş.
– Helak olduktan sonra …………
Can boğaza dayanmış, üzengiye buse vurmuş.
24b
– Nadim başı aşağılıktan fazla başı dik (gururlu) değil,
Ki yıllardır beni Ebu Turab’ın (Haz. Ali) kılıcıyla vurmuş.

– Elin tersiyle güneşi arkaya itmiş,
Bir tekmeyle cennetin şanına, şöhretine vurmuş,
– Saba rüzgarının senin bakışında ne var diye nasıl haberi olsun,
Çünkü Mısır rüzgarından gömlek (Haz. Yusuf’un) kokusu kaçmış (uçmuş).

– Kıskançlıktan söylemem dostlar, kimdir iyi,
O fidanın bahçesinde olan o uzun selvi iyi.
– Vuslattayım ve dosttan bir fayda gelmediğine şaşkınım,
Belki de yeri güzeldir, bilmiyorum kim iyi,
– Dostun fidanından bize boğaz elması (Çene) yeter.
Ki o bahçıvan, boşuna sızlamaz ki kim iyidir.
– Söylediğinden daha güzel, gördüğünden daha iyi,
Şahlar şahı “Safi” ve onun devamında “Taki” iyidir.

– Aşk hastası için Mesiha’nın ne önemi var,
Senin dudağının faydası var ama ne önemi var.
– Gece senin dudağını öpmek, sanki ay ışığında şarap içmek,
Sensiz gündüzüm gecedir, gecelerin ne önemi var.
25a
– Bu akşam ne intiharlar ki etmedim dostun sokağında,
Seyretmek için bile dışarı çıkmadın, ne önemi var.
– İhmallik esrikliğinden ne sıkıntılar çektik,
Saki uykuya dalmış, kırmızı şarabın ne önemi var.
– Kimi zaman ayrılıkta öldürür beni, kimi zaman vuslatta
Buna zarar desem ne önemi var, kâr desem ne önemi var.
– lâli (değerli taş, kinaye: dudaktan) kadehin arkadaşı, gözleri şarabın rakibi,
Bunlar olmayınca gecelerin şarabından ne fayda var.
– Cananın cilvesinden kalbim gözüm değerli oldu,
Kadehte şarap yoksa kadeh ile bardağın olmasının ne önemi var.
– Dudaklarını övmem ağzımı tatlandırmadı,
Yemeyince, tatlı demenin ne önemi var.
– Birisi yıldızın yörüngesinde (Mec: işleri tıkırında), birisi toprağın inişinde (Mec: işleri tersinde),
Sultan eli bol olursa bundan dilenciye ne fayda,
– Ben şarapçıyım ve zülfünün haç’ı elimde,
Bu kiliseden daha brahman olsa ne önemi var.
– Dil bağıyla sıkı bağ ikisinin de ucu birdir.
Nadim, senin acı ilacından bize ne,
– Her zaman cemaatinde bahar rüzgarı eser,
Ki aba’nda selvi, gömleğinde çiçeğin var.
– Reçete acı da olsa, tatlı da olsa, ağız tadında bana söyledin,
Yoksa bu ağzında olan benim dilim mi?
25b
Bir an bile gözünden kaçamıyorum senin
Her tarafa bakışını çeviriyorsan bana bakıyorsun.
Senin olayın, duyulanların konuşulanların dışındadır Nadim,
Dilin yoktur ama her daim konuşacak sözün vardır.

Ne zamana kadar birileri uyumlu (mükemmel) boyunun hayaliyle yaşasın,
Sen söyle artık ne yapmalı, nasıl etmeli o birisi
Bu entrikaların??? gözleri dönmeye başlamış elden??
Birisi kan ağlıyor yıldızdan ve felekten,
Bu sesten sözden kimsenin yüzü gülmez,
Boşuna birisi sihir büyü düşüncesi içindedir.
Katlana-katlana gönül kana döndü, kan da sabırdan suya döndü
Kendini öldürürsen eğer kendi ellerinle, birisi kan çıkarır (öç alır).
Bilinenler nerede, bilinmeyenler nerede,
Cehlidir eğer birisi platon’un sözünü etse.
Yakası yıpranmış, eteği yünden olur,
Eğer birisi hırkasını atlas kumaşından giyse,
Armuda (meyve, Mec: sevgilinin göğüsleri) düşmanlık yok, dostun da çaresi yok
Öldürmeyi kabul etmese, birisi ne yapmalı
Kask ile şapka burada aynı başlıklar,
Bu deseni Feridun’un tacına işler birisi,
Dünya delilerin varlığından dar olup Nadim
Birisi bir avuç toprağı serper Mecnun’un başına.
26a
– Senden beklemiyorum ki benden kaçmış olasın,
Kalbimin içine yerleşirsen eğer, gözümün içinde olmuş olursun.
– Çiçeğin bekçiliğinde, inleyen benle bülbülüz,
Senden birisi çiçek dermemiş, sen bir çiçek dermemişsen eğer.
– Benden sana bir can sıkıntısı olmaz, senden şikâyet etmem,
Seni görmüş olmasam da, beni görmüş olmasan da.
– Aşkın çılgınlığından sarhoşum, kimseyi düşünecek halde değilim,
Kendimden haberim yok, meğerse senin haberin olsa,
– Bülbüllerin ötüşünden, sarhoşların konuşması başlar,
Ki her gül bardağından, bir kadeh çekmiş olursun.
– Ya kendimden olsun, ya da kendi içimden, sırrı fazla söyledim,
Konuşmaya başlamış olursun, bana vardığın zaman.
– Kendi memleketime yolcu, kendi mezarıma komşu,
Kara bahtlılar içinde, benim gibisini görmemişsin.
– Bizim yaralı gönlümüzü, ne olur ki bir sorasın,
Ki sen de bir iyilik diyarına, bir kalbe girmiş olasın.
– Sözün sözü yeter de yeter, ne fayda Nadim’in sokağında,
Kalemin ucu kırık ola, sen de dilini kesmiş olasın (Mec: susmak).

– Hasretten ateşim söndü, rüzgar gibi gidiyorsun,
Zülfü kanat yaparsan eğer, melekler gibi uçarsın.
– Gözünden başka sana sihri kim öğretti,
Meğerse ayna ile sudan ustalığa ulaşmış olasın.
26a
– Dost derdinden başka aşığın herhangi bir sevinci yoktur.
Benim imdadıma varsan, bana haksızlık etmiş olursun.
– Selvi boyu bir ruhtur ki onun cismi ??????
Her yerde selvinin, çiçeğin, şimşirin gölgesinden gidersin.

– Herkes benim adımı andıysa, adı kötülüğe çıktı,
Bir halkın hafızasından silindim ki sen hafızamdan gidesin.
– Kalbim! sen nasıl bir kuşsun, bilemiyorum kebaplıksın yoksa rebaplık (Telli bir çalgı türü)
Dağı dağın ardından, çölü çölün ardından avcının peşinden gidiyorsun.
– Bu şirretliği bu yolda kimden öğrendin bülbülüm,
Her çör çöpün yanında dosttan şikâyet ediyorsun.
– Eğer uzaklıktan sözün varsa (yakınıyorsan), aşığın başında dolan,
En fazla Ferhat türbesine kadar gideceksin zaten.
– Bu sabır ahdimiz insaftır Nadim!
Çal Kesra (Mec: İyilik Şahı) kapısını, eğer bu zülmabattan gidersen.

– Bu seyri seferden kendi muradıma ermiş değilim,
Benim kara evimin karalığı Leyla’nın çadırı.
– Kıskanmak aşkından o yere varıp ki iş,
Mecnun’un zihninin tozu Leyla’nın ……
– Kalbim yılan sokulmuşlar gibi şiirden sokulmuştur.
Gözümü düzene getirdi, alfabe çocuğu düzene getirdiği gibi,
27a
– Bir gözümle bir kefen isterim ve bir mezar definesi,
Gurbette olmam işe yaradı, şehitler yardım edin!
– Bahçıvan! Gülü dermenin ağır cezası vardır,
Bülbülün kafeste olması, gülün sepette olmasından yeğdir.
– Hırka yaptım ben …………
İskender’e de bir keçe verdi bize de bir keçe.

– Ne zamana kadar bir heves uğruna kuşkucu olacaksın,
Sarhoşluk derdine devam, sakın zararlı çıkmayasın.
– Biz bülbüller içimizdeki sevda yüzünden dost olduk,
Her inilti ki gönül aşkından çıka, onu hedef al.
– Benim sözlerimde sitem ne kadar çok diye duyarsan eğer,
Kalemle yaptığını dille yaparsın.

– Herkesin yolunda toprak ol, elbet gül olursun bir gün,
Geliştiğin zaman burada ikamet edersin.
– Bahçenin sihir evi kapısını nergisin büyüsüyle kapadı evren.
Dikeni çiçek yapıyorsun, üzüm asmasını çiçek yapıyorsun.
– Servetin varsa, sabırlı ol ve kendini koru,
Katlandığına göre katlanmışlık taslıyorsun demek.
27b
– Kaç …… şah selim mülkü (iyilik kralının yurdu),
Yedi iklim üstüne yedi iklim.
– Kuşla ay o topraklarda cennetteler gibi,
Su ırmakta, tohum ekinde,
– Ilgımı eşitliktir, krallığı eli bolluk,
Misafir gibi yol üstüne baş taçtır.
– İnsanlar için zaman olayları,
Her ateş üstünde bir zaman sarayı,
– Yıllık güç, günlük keyiftir.
Kâsede çorba, sürahide su var.
– Ben o Hintliden yüz çevirmişim,
Çünkü artık yüz bulmamışım.
– İş için birkaç gün dışarıdaydım,
Konuşmacı değil, belki esnaftım.
– Ki o köyde her şey vardı,
Bilgi pratikten ayırt edilmiyordu (birdi).
– …….. bu ki Hintli ayıplıyor,
Hintli varsa ciğerhar (Bir kadının sıfatı, ciğer yiyen Hindu) vardır.
– Ne inceliklidir, ne de yakışandır,
Ne meleklere ne de şahlara layıktır.
– Susuz çay tohumsuz ekindir,
Evsiz adam, yuvasız kuş gibidir.

28a
– Ey Herkesin rızkına güvence olarak hazzını vermiş olan,
Senden güç aldı bu ev, savaş çıkaranlarsa gazel (kuru yaprak),
– O yüzden senden güzelini kimse bilmiyor.
Hazzın, senin yüz gözüne benziyor bu kadar.

– Divane ve sarhoşum, ne aklım yerinde ne de kavga peşindeyim,
Kaplanla boğuşmaktan kaçarken balinanın ağzına düşmüşüm.
– Ne iyiliğim, kötülüğüm fazla, ne de şerefim ne de arsızlığım,
İster başıma güller yağdır, ister taşla beni.

– Bahçede afiyetten bir işaret gösterdiler,
Boşuna bahçıvanın eline verdiler.
– Kazadan bu dünyada bir sığınak aradım,
Bir kırık dalın adresini verdiler.

– Göğün zirvesinde yıldızlar saf bir kor gibiler,
Yer üzerinde halk mahmurlar gibi uykuda
– Dünya dönüyor ve dünyalılar
Suda yansımalar gibi her daim çalkalanıyorlar.
28b
– Onun fikriydi………………..
Dil evimiz, kadeh ise onun zikridir.
– Çimen onun Şarabataparlarının (şarapçılar) zihnidir,
Çılgınlık, onun perişan sarhoşlarının bahçesi,
– Dertten acı çekenlerin kapısını açtı,
Üzüm gibi mezelerden keyif yapı verdi.
– Her kesin hatırı için ricada bulundu,
Bana şarap, pervaneye ateş sundu,
– Çocukluktan üzüme gönül vermişim,
Korulukta tövbeler bozmuşum,
– Saki ver o aklın ayağını kaydıranı,
Ki o ruhun mealisidir, beynin tedavisidir.
– Meyhaneyi yakıp kavuran o şaraptan ver,
Fıçı sanki kor ateş çemberinde kıvranmaktadır.
– Bir gece bilinci sarhoş bir arif gördüm,
İbrik sırtında, kadeh elinde,
– Bardağın yüzü, her tarafa çevrildiğinde,
Adeta ibriğe doğru secdeye gidiyordu.
– Davranışları içinde bir dirhemlik söz vardı,
Akıl konuşmayla birlikte omuz omuzaydı.
– Mecnun olsun, Leyla olsun ikisi de onun peşindeydi,
Çöl bayır onun yüzündeki benin divanesidir,
– Adımlarını sayarak atıyordu,
Her adımda ……. yokluk ekiyordu.
29a
– Kirpikler kanatlar gibi açılmaya başlayınca,
Gözleri o tavana düştü.
– O secdesinde, yola yeniden koyuldu.
Çünkü sandaletleri kral tacının yerini aldı.
– Sarhoşlar onun kokusunu duyunca,
Koşarak büyük mutlulukla onu buldular.
– Bu evin yaşlılarına kaşlarını açtı,
Onun kalbi gençlerin yüzünü açtı (güldürdü).
– Bundan ötesi olamaz ki, uzaktan saki görününce,
Kucağa kucak açmıştı.
– Meyhane onu tanıyınca kapıyı açtı,
Kapıdan bir mil uçtu.
– O kabe binasını yakın görünce,
Ne pahasına olursa olsun içeriye doğru koştu,
– O öpücükten kuşku duyanca bir dudak,
Gönül tek bir taş üzerinde yüzler boya (hile, yalan) gördü.
– Bir zaman başını öne eğerken taç aldı,
Kalbi çarptı halden hale döndü.
– Her secdede uyanık ve deliydi,
Kesin oldu o bu evin piridir.
– Hamsa (bölge adı) rüzgarı gibi çiçeğe de gazele de esti.
Ama herkese ne layıksa o verildi.
– Rüzgardan herkesin kalbi uçuyordu,
Harabatın başucuna minber kurdu.

29b
– Harabat kabeden daha abattır,
Afetten, gökten daha uzaktır.
– Felek onun sarhoşlarını izlemeye bayılıyor,
Yıldızlar onun yatak odasının tozudur.
– Böylesi bir ev ne zaman çiçekle donatıldı,
Yürekten arşa kadar ona ait her şey.
– Tavanına o denli ustaca desenler yapmışlar ki,
Sanki arşın içindekiler hepsi gül için geliyorlar.
– Kargaşaların çemberidir mahşer günü,
Her kâseden birkaç mahşer koparmadı,
– O saygın kâbenin mukimleri,
Şarabı kendilerine haram bilirler,
– Şarabı sürahiyle birlikte önüne koyduğunda,
Kendi rızkının tamamı kendi ellerinde adeta
– Her vefa için ne zorluklar çekmişler
Her kâsede kanlar içmişler.
– Çalgıcı sen de sazını eline al,
Damarımdaki düğümü açmaya bak.
– Sazdan sarhoşlar da anlar diye düşünme,
Her perdede bildiğini çalmaya bak.
– Söyleme coşmakta, kahkahadayım,
Ben hala o eski bildiğin bülbülüm.
– Her sızlamakta kan ağlıyorsun,
Kazıyorsun ……. ve yürekte bir delik,
30a
– Kalenderliğim (rendi??) karada, denizde şaşkın dolaşmaktandır,
Şimdi suya indim, çünkü kara toprağın sonuna geldim.
– Yaptıklarımın takıntısından (alışkanlıklarımdan) bir parça kütüğe oturdum,
Azrail’in büyüsünden kaçan asi kul gibi,
– İster kütük, dükkân tahtası olsun, ister şeytan tahtası olsun,
İster tahta, Hızır’ın hatta İsa’nın tabut tahtası olsun
– Yanlışlıktan değil aklımla aramdaki mesafe,
Kim zevk alır ki hatadan ve hattan (ikisinin yazılışı aynı ama bir hata diğeri çizgi anlamında)
– ………………… ve deniz coşuyor.
Mecnun’un coşkusu, Leyla’nın cilvesi gibi,
– Açlık, kaplumbağa gibi sırtına düşmüş,
Karın kaplumbağanın sırtına dönmüş, bir yarısı ham, bir yarısı pişmişe.
– Şemsiyenin yarısı boştur ve her şeyden kıtlıktadır.
Her şeyden az çok var, hiçbir şeyden biraz.
– Dalgada gözden saklıydı boyu posu,
Bir kafa, göklere dalmaya, bir kafa, başını aşağı eğmeye,
– Denizin içinde su kendisi susamıştı adeta,
Bazen onun alanında sanki Musa Tur dağındadır.
– Bu başkaldırıdan dolayı beni ateşlere atmaları gerek,
Söyle nasıl şişmiş suya hasret kalan susuz,
– Sıcak yazgıdan öylesi kafasını suya sokmuş ki,
Ne yanlışlar ki yapmamış ve her bir hata anlamsız,
30b
– Bu sebepten ki kader kendi rızamdır diye söyledim,
…………… bir kişi özgür adam olur.
– O biri ki onun gibisi yoktu olmayacak da,
Ona benzerlikte ne bu dünyada ne o dünyada.
– Bu hesap dünyasında ilk ve son olarak o var
Ki on, bir olur, yüz de bir ve bin de.

– Vatanda garipler gibi hor görülmüşüm,
Kakalama mal gibi kendi memleketimde pahalıya mal olmuşum,
– Ben bir Yusuf’um, belki bir alıcı kapar beni bir gün,
Her adımda kervan yoluna düşmüşüm,
– Hiç kimse benim imdadıma varmadı hor gördüğünden,
Çoklu ağlamalar, sızlamalar yapmışım, dillere düşmüşüm.
– Kimi zaman düşmanın, kimi zaman dostun ayağının altında olmuşum,
Kaderin kurbanıyım, ortalığa düşmüşüm,
– Babasının ölümünden toprağa düşen cahil bir çocuk gibi
Ben de içki şişesi için öylesi düşmüşüm toprağa,
– Canımın yarısını, o göçerken onun canının yanına refakatçi vermişim,
Diğer yarı canımla onun mezarı başında toprağa düşmüşüm.

– Kendi naşımı onun tabutu önünde kötül at (şahların defin töreninde şahın naşını taşıyan ata verilen isim) olmasını istiyordum,
Gitme vaktiydi, ecelsiz ölüm arzuluyordum.

31a
– Acıdan kendimden geçmişim, söylüyorum ki şaraptır beni götüren (beni benden eden),
Bilincim gidiyor (bayılıyorum), öyle sanıyorum ki uyku beni götürüyor (uykum geliyor),
– Sel gibi gözyaşlarım beni bir gazel (kuru yaprak) gibi vadiden vadiye sürüklüyor,
Artık güçsüzüm, o beni nereye götürüyorsa oraya doğru gidiyorum,
– Herkes ay ışığında dolaşmakta, gülistanda gezmekte,
Talihim beni çölde güneşte gezmeye götürüyor.
– Sencer kuşundan geridesin bunun da anlamı vazgeçmektir,
Arkadaşlarla beraber ölmek uykuya dalmamdan daha yeğdir.
– Rolüm olarak onun tabutu önünde kotel (at türü) olmak istiyordum.
Gitmek zamanıydı, ecelsiz ölüm istiyordum.

– Aşığım ben, düzenim oldu düzensiz yaşamak,
Ateşim ben ateş, çıplak yaşamak güzeldir benim için,
– Biz ateşiz, bizim yanımızda olan her kim olsa ateştir,
Biz rakipleriz, bizimle yaşamak kolay değil.
– Hayatta mematta pek fazla kârım olmadı.
Sabahçı lamba gibi ya ölmek ya da yaşamak -fark etmez-,

– Aşığın işi nedir? Canan yolunda ölmektir,
İçtenli dostlar gibi can uğruna kaybetmektir,
– Aşkbazlıkla hevesbazlık arasında fark sonsuzdur.
Ahdetmek, söz vermek uğruna kaybetmektir, küfrüyle iman ile kaybetmektir,
31b
– Nasıl korkudan uyku gözlerimden kaçar,
Organlarımdaki gizli yaramdan gözlerim bulanık görüyor.
– Kimse bana muhtaç olarak görmemiştir kendisini bu devirde,
Kapının imamlığı (kapıyı cemaatin önünde namaz kılan imama benzetmiş, evin en önde açılan kapısı manasında) ve eşsiz beladan başka,
– Vücudum topraktır ve içinde dağ-dağ (dağlarda gömülen hazinelere göndermedir) dirhem (para birimi) var,
Ki dağ gibi, vücudumdan dağlar ortaya çıkmış,
– Dağ gibi binler delik var göğsümde,
Ki her deliğinde deniz büyüklüğünde çeşmeler var.
– Binler kez yüreğimde bağırtılarımı bastırmışım,
Çünkü yararsız bağırtının bana acımasından utanç duymuşum.
– Ne düşmanın bana vurduğu dil yarası, ne dostun gamzesinin yarası,
Aman-aman bu cerahat kadar acıtmadı beni,
– Boynu bükük kendi mezarında kanlar içinde oturan benim,
Kuyuda gözüken birinin yansıması gibi,
– Bu felek beni diri-diri mezara sokmuş her gece,
Azapta, mezarın ilk gecesini yaşattırır bana,
– Mecusilerin (Zerdüştilerin) kuleleri gibidir vücudumdaki yaralar,
Ki Mecusilerden arta kalan ağrıyan kemiklerim olmuştur.
– Mecusi bir ölüyüm, vücudum o denli (akbabalar tarafından) gagalanmış ki,
Ev kuleye benzedi, ben de Mecusi’ye,
– Başım üstüne hekim geldi beni yoklamak için,
Hekimler için ölüyü teşhis etmek vaciptir,
– Vücudum bir suç işlememiş, ancak cehenneme düştüm,
Bu yaradan dolayı cehennemin dibindeyim sanki aman-aman.
32a
– Bir sağlam delikten, ta organlarımın kale duvarı yıkıldı,
Kalenin arka kısmından kopmuş bir kule gibi,
– Bin delik oldu vücudum arı peteği gibi,
Yara da arı gibi o deliklerde yuvalanmış,
– Karnım meltemden doludur, gel gör ki kısmet,
Kader sofrası kendisi ……….. Cerrah imiş,
– Ya üzerimdekileri çıkarasın, ya da derimi soyasın fark etmez.
Çünkü üzerimdekiler deri gibi vücudumun tamamını sarmıştır.
– Kendi tenimde deri gibi iki katlı boş bir şey gördüm,
Kader abâdan çok, astar vermiş bana.
– Yaramı deşmem o denli kolay ki vücudumda
Ki benim yarama akrebin sokması ilaç gibidir.
– Benim yaramla Haz. Eyüp’ün yarası? Nereden nereye!
Ki onunki tanrının bir lütfü, benimki tanrının acıması,
– Vücudumun yaralarını saymak için yüz yıllar şaşkın kalırsın,
Gökteki yıldızları sayıyorsun adeta,
– Tutalım yaralarımın sayısını öğrenebildin,
Bende bin musibet var, bu yaralar onlardan sadece birisi,
– Her yana gidersem olaylara gebeyim,
Bu evrende benim kısmetim sadece bela imiş.
– Kötü bir şey gelecek diye öyle korktum ki,
Korkudan az kala ejderhanın ağzına düşecektim.
– Bu dünyanın, eninden de boyundan da bundan artık nasibim yoktu ki,
Acı, doğrudan uzunluğum, yaraysa genişliğim olsun.

32b
– Zayıflıktan karnım ve sırtım gölge gibi dümdüz olmuştur,
Gölge gibi bu sebepten ayaktan düşmüşüm.
– Evim hadiselerin deposu olmuş,
Bela iki mızrak üst üste durmuş kapının önünde.
– Ahimden sızlamaktan, komşuda sabır kalmadı,
Benim ağıtlarımdan o (komşu) kendi ölümüne yas tutmuş,
– Mezarım üstünde helvasını yemesini hoştur,
Murat sahibi her köre helva verir,
– Tuhaflıklar yaşadıkça evrenin azizi oldum,
Bana küçüklü büyüklü herkesten görümlük gelir,
– O kadar yüzler kez ölüp dirilmişim ki,
Çoklu miras yetişmiş o …….
– Ölümün zehriyle kendi ağzımı tatlandırdım,
Leyla’nın Mecnun’u öptüğü gibi,
– Tezgâhı açmadan tezgâhı topladım,
Bana tümbek keyiftir, keyif sazı yas??,
– Keyif sürmeden keyif saatimiz doldu,
Şenlik benim evimde yoktur, (oysa) köyde bayram var.
– Kötü talihimden keyif sürmeye imkânım yok,
Şaraptan tövbeliyim, ev de dolu şarapla,
– Talih ……………………………
Mutluyum ki bir iki üç kadehle kafayı buldum.
– Kadehte hünnap şerbeti olur şarap,
Şarapsızlık derdi sıkıntılıdır, dert üstüne dert getirir.
33a
– Aktar (attar), benim sırrımı torbada sarhoş götürüyordu,
Zamanenin hekimi bana ters ilaç yazmış,
– Temmuz mevsiminde felek beni hurma ağacının gölgesinde oturtmuş,
Bana hurmadan sadece hurmanın gölgesi nasip olmuş,
– Başka kara bahtlılığım bu ki tutsak kalmışım,
Umudu kaybetmişim ama kafamdan gitmemiş havası,
– Sorunlu bahtıma bir dileğim oldu,
Kendi keyfim peşinde olmam yakışıyorsa bana yakışıyor.
– Hindistan’dan gidiyorum ve gönül bırakmıyor Hint’i,
Benim bir yüzüm kaderde diğer yüzüm arkada kalmış,
– Bu diyardan göçmek benim için çok zordur,
Çünkü el taşın dibindedir, diken ayağın dibinde,
– Kara yüzlü oldum kendi pislik işlerimden,
Meğerse Hintliler arasında kıymete binerim (başka yerde kıymetim olmaz),
– Bu devirde beş para etmezim, değerimi bil
Vasıfsız köleyim, vasıfsız alçaktır alçak,
– Hint’te isteklerim boynuma zincir gibi asılmış
O işkence yurdundan nasıl kaçayım, nereye kaçayım.
– Sevinçten sürünerek koşuyorum ki, O kör olası
Kahpe gibi hepten öldüm arzudan
– İran’ın şevkinden oturarak yolculuktayım,
Çölde adeta kendi mahallemdeki bahçe mukimdir.
– Bu kara toprakta değerim de kafam da yandı gitti,
Çılgınlık neresinde, sevdayı şevksiz pişiyorum,
33b
– Gececi olan ben için, dünyanın havası nedir (ne önemi var).
Benim gözüme gelmez (önemsemem) dünyayı ve ötesini,
– Bayezid gibi yolluğuma yalnızlık yeter.
Ki geminin dibi ……. ve deniz sürahi,
– Kendi gayretimin çabasıyla feleği alt etmişim,
Kendi haşmetimin gözüyle denizi taş görmüşüm,
– Bir fakirim ben ve laf diyarının Süleyman’ıyım,
Tanrıdan gelen kendi mülkümde Tanrının yardımcısı olan benim,
– İki beyit ile sözün karasına suyuna hüküm sürmüşüm,
Bir mısra ile kuzeye, diğer mısra ile de güneye,
– Barış dünyayı benim anlamlarımla fethetmiş,
Benim şehirli dilim beni şehriyar (şehir valisi) etmiş,
– Söz defterim aklın fabrikasıdır,
Ki kalemimin cilvesi güzel yüzü perdeden dışarı çıkarır,
– Kendi söz defterime karşı aşkı kaybediyorum (Âşık oluyorum),
Her mısrasının kırışması (işvesinde) bir Leyla’nın işvesine eştir,
– Aşk ve maşukun sırrı nedir? Sayfalarımdır,
Birisi Vamik’in diğeri Azra’nın mektubudur.
– Söze başlayınca, dilimin gözü onun güzelliğine düştü,
Dil konuşansa eğer, benim gözüm görendir.
– Kendimi övmede sözün âlâsını söylemişim Nâdim!
Başkasını övmem ki övmek küfürdür aslında,
– Söyleme! Başkasını övmek eski adettir,
Ki eskilerin şeceresi eskilerin şeceresidir.
34a
– Nazımla nesirle hep kendi methimi yapıyorum,
Bana nazım yakışır, nesir benim tavrımdır,

– Bu çarşıda tevekkül etmekten bana,
Ne tohum ekildi ne de kanala su döküldü (bir yararı olmadı),
– Taş da kıymetini fıçıyla bir eylemiş,
Ki burada böyledir taşla fıçının kıymeti,
– Her adımda bir oturup dinleniyorum,
Hamal gibi …………….
– Bu sofrada bu sebepten nasibim fazla değil ki,
Bana her nefes sanki boğazıma takılan kemik gibi oldu,
– Dilenciye dilencilik iyi gelir,
Huysuz bu yabancılarla değil tabi,
– Aslında cennet olan bu yurtta sılada,
Dostlara hakkın rahmetini gönder,
– Bu sofuların hepsi şarapçılar,
Tevhitte ise başa baş karşı karşıya otururlar,
– Bu bir avuç toz toprağı yıkamaya bak,
Ki vacip oldu bu toprağı yıkamak,
– Benim dilencilikle özel bir bağım (münasebetim) var,
…………………… şehirde nerede
– Yüz yüze gelince nedir diye söyler,
Sokağına gelince hiç sormaz sen kimsin,
34b
– Hindu’nun başı da başını kapaması da güzeldir,
Bazen yüzünü kapadı, bazen saçını kapadı.
– Çocuk yüzlü bir çocuğum vardı,
Kahpelikten yüzünü cilalamıştı,
– Onun gibi kara yüzlü kahpe kimse görmedi,
Onun yüzü herkesten daha karaydı,
– İçi geçmiş yaşlı kütük (kaltak) birisiydi,
Alın kırışıklarına yüzünün kırışıklarını eklemişti,
– Bundan başka yaşını başını sorma bana,
Bu kadar ki o geldi daha sonra ben geldim (bu dünyaya)
– O şirret kadını benden bir rakip aldı götürdü,
Birinin eşi oldu, götüne dikiş attı.
– Bu haberden keyfim yerine geldi,
Yarağım hala onun götündedir,
– O kahpe kadına, böylesi kahpe adama,
Sakalına tükürük, götüne tükürükler olsun,

– Üstü başımın yaşını bilmek istiyorsan, fazladır,
Çiçekle dikenin münasebetidir, bu nerede, o nerede,
– Lâlin onun dudağıyla pek münasebeti yok,
Mücevherin ortası da sonu da pahalıdır,
– Yüzünün Mushaf’ı, güzelliğin ve cemalin toplamıdır,
Ki senin çene yolun, Mısır, zülfünün kıvrımı Hatay’dır,
35a
– İran’a gitme niyeti kesindir yüreğimde, yolculuğa hazırlanıyorum,
Dostların aklından çıktım, artık her yerde yardımcı tanrıdır.
– Hint’ten yüz çevirip, yola doğru koyuldum,
Gerçekten doğru yoldan şaşmak mümkün değil,
– Ben acele çıkarken sanemler söylüyorlardı ki,
Boşuna zahmet verme kendine ey sanatçı, yanlıştır,
– Sen ne bülbülsün, ne de bu bahçenin tamamında ünlüsün,
Ne sen papağansın, ne de bu yurt senden daha fazla tatlı dilli,
– Ne sen hepten aşksın, ne de biz hepten güzel,
Aşk, güzellikten farklıdır, tarz ile adet nerede,
– Ne sen âşıksın ve biz de senin maşukların,
Âşık insanlardan arta kalan bu vefa ile muhabbettir.
– Senin gibi bilginin Hint’ten gitmesi yanlış söylentidir.
Ki senden gelen sevap, sevaptır, hata ise hatadır.
– Mizah olsun diye incelikle onlara söyledim:
Bana ölmek reva değil ama hicret revadır.
– (Sanemler söylediler) Ki incelikli söyledin şakasına söylerken,
Maşukun sokağını bırakıp gitmek hatanın ta kendisidir.
– Pişmansız gitme ki en sonunda pişman olarak dönesin,
Nâdim! Senin adından belli ki pişmansın.
– Senin ayaklarına zülfümüzü bağlayalım ki kulun bağı kuldan gelir,
Senin kafanı dağlayalım ki dağ (yangı) sevdadır.
– Ustaca birkaç cilve yaptılar,
Gönlümden istemeden birçok inilti yükseldi.
35b
– Ben bir ağıtçıyım, ardı sıram onların sızlaması,
Ben bir yasım, sağdan soldan onların ağlaması,
– Her iki adımda bir sanemler şehrine varıyordum,
Vardığımda benim özrümü istemeleri gerekiyordu (çıkmamı istiyorlardı)
– Bu yurttan göçüp gitmek akıl mantık işi değil diye,
Bazen yaşlılar yolumun üzerinde oturup öğütler veriyorlar.
– ……………………………………….
İster yanlış nedir diye söylersin, ister ceza nedir diye söylersin,
– Eğer yolculuk yapacaksan, Akra’dan Lahur’a git,
Her milinde (uzaklık birimi) bir menzil var ki mesa ili (gece ülkesi???) gibidir.
– Maazallah ki sizden af dileyerek buralardan gideyim,
Hem benim için dostluk ve samimiyet burada iki melodi gibidir.
– Kırk kişi gibi bütün hayır işlerde hepsi senle birlikte,
Ki bizimle sen arasında ne sen var ne de biz.
– Kalbimiz senden heyecanlanır, kafamız senden şevke gelir,
Senin ötüşlerinden bizim işler tıkırındadır.
– Hindistan’ın keyfi bozuldu senin gitmenden,
Keyfimiz hepten keyif olmuş, şenliğimiz yas olmuş,
– ……………………………………..
Kulaklar sağır, diller konuşkandır,
– Söyledim ey değerli insanlar, bu değerli memlekette
Tanrı yardımcınız olsun, muhabbet ve vefa sizin hakkınızdır.
– Hepiniz hak bilen, hepiniz bilgin seversiniz,
– Toprağınız mücevher, mücevherinizde samimiyet ve içtenlik var.
36a
– Bizle sizin sohbetimiz, bahar bahçe meclisidir,
Sizinle bizim münasebetimiz, sabahla saba rüzgarının münasebetidir.
– Ve kapıda bir kral bekliyor beni, niyetim kesindir,
Arkaya bakmam, Mısır’ımın Yusuf’u arkamda olsa bile.
– Kalender ile gani insanın kıblesi olan bir eşikte,
Hem dilenci kapının kraldır, hem de kral dilencidir,
– Halil’in (Haz. İbrahim’in lakabı) gülistanı olan ve dostun kendisi olan bir eşikte,
Her bir mum, sanki bir gül dalı, bir saba rüzgarıdır.
– Cennetin ve mevsimlerin güzelliği olan bir eşikte,
Penceresinin bacası, hurilerin bükülmüş zülfüdür.
– O denli yüce, o denli yüksek kademeli bir eşikte
Sefada cennete benziyor, kalıcılıkta arş gibidir.
– Kâbe değil, ama yücelikte, saygınlıkta Kâbe’den üstündür,
Bundan daha iyi Kâbe neresidir diye sorulamaz,
– Kâbe bakidir ve yücedir, bu Kâbe’nin onuru ondandır.
Her yerde herkes biliyor, bir baş varsa onun yönü yukarıyadır.
– Onun güneşi ışıklardan o denli dalgalanmış ki,
Sürekli cümbüş ve gezegenler oradadır,
– İzzet ve yüceliğin dünyadan değeri fazla olan yine bu dünyadır,
Göğü raf gibi………………………..
– Dostun gözlerinin ışığını düşmanın körlüğü olarak söyleme
O denli ışık orada vardır ki kör olanlar bile gözleri görür.
– Sus düşman! Onun mucizesinden korkulmaz
Ben de dilsizim onun yanında, sadece onu överken konuşabiliyorum.
36b
– Mumun alevi o cennette mumun gölgesi olur,
O bir lambadır ki güneş onun yüzünden görünmüyor,
– Eğer bir mutsuz insan o Kâbe’ye giderse mutlu geri döner,
O cennette her bir sütun sizin malınızdır.
– Onun sahnesi, her tür nimetten bol olan cennet sahnesidir,
Onun havuzu Kevser, ağaçları ve caddesi Tuğba’dır.
– O cennetin yansıması, o denli bahçeyi aydınlatmış ki,
Lale dağsız (yangısız) oldu, nergisin gözü ayna oldu.
– Tus (il adı)’u Tur (Dağ adı) olarak söylemek mümkündür onun hareminin ışığında,
Musa’dan iyidir, çünkü Musa’nın azizinin ışığıdır.
– Onun türbesinden daha iyi bir ilaç bulmak mümkün değil
O cennetin toprağı can suyundan daha değerlidir.

– Ramazan ayı geçti, damaklara müjde geldi,
Şafak, şarap gibi gözüktü göze, hilal de kadeh gibi,
– Beraber oturdular Salih ile talih,
Beraber gelmemişler haremden, haramla helal,
– Avam olsun has olsun şarapla maşuk mevsimi olunca,
Tüm sarhoşlar ve berduşlar bayram yerine giderler,
– Hutbede hatip unutulmuş şenlikten,
Ki güzel yüzlü kızların elindeki tarla kadeh tokuşuyorlar,
– İmam sevinçten şükür secdesine gidiyor,
– Bize şarap getir, selam söyle yine selam.
37a
– Bayram elbisesi her insanın üzerine yakışır,
Fark etmez bey olsun, köle olsun,
– Millet bayram şenliğinden dansa gelmişler (oynuyorlar),
Şehirde çalan akşam timpanisinden (bir çalgı türü) coşan bir köylü gibi,
– …………………………………………
Bazen ihtiyaçtan, bazen sarhoşluktan, bazen de ısrardan.
– Sürü-sürü aslan gövdeli ceylanlarla
Dalavereler ve gözü boyamalarımız var.
– ………………………………….
Badem (mec: gözler) ile sihir yapar gibidir her birinin bakışı,
– Birçok şeker dudak gördük, iyi, Allahın izniyle,
Ram, ram (Hindistan kültüründe bir aşık ismi, aynı anda evcil anlamındadır) söyledik evcil papağan gibi.
– Farsça ve Hintçe sözlerimi söyledim,
Hepsini hadis şeklinde ve kelam şifresinde,
– Hint fakihi ve içtihatta doğru fıkıh,
Birisi “Keşan” fıtratında, diğeri “ram” fıtratında,
– Birini söylemedin, söyle …. Levhasından ayrı koyasın,
Yoksa bizim ortamımıza niçin geldin, ne işe yararsın,
– Şimdi cihangirin methine bayramlık getirdi,
Öyle olursa da uygun değil, bu sözle de uyumlu olmaz,
– Bu bahçede ehil olmamaktan bir dikenim,
Garibim ben, köylünün başında çiçek gibi.
37b
– Bahardır Nâdim! Gülistandan gitme,
……………………………………..
– Gül dermek için eteğin yoksa öyle yap ki,
– Baharım yatakta, çiçeğim mezardadır,
Bana zahitlik halveti nasip oldu,
– Ovalar, vadiler etek eteğe düğümlendiler,
Bende yaka düğmesini açma şevki bile yok,
– Gözümün ağlayışından nergis bile gözünü kaybetti,
Bazen kazancım oldu, bazen de gözüme sürme oldu,
– Gözlerde suların dolaşmasını gördüğümde,
Başım değirmen gibi dönmeye başlar,
– Birinin gazabından o denli günüm kara oldu ki,
– Zaafımdan her rüzgar bana kol kanat oldu,
Bir çocuk beni uçurtma yapmış,
– Platon ve sühban (bir çeşit at) benim anlamım ve sözüm,
İnce davranmakta ve çevik konuşmada,
– Bir çiçek dalına düşerse kırarsın,
Oruçluk olarak bir sürme götürür ona.

– Kişmirli olan herkesten sıkıntı doğar,
Bundan fazla söylemem ki Kişmir’den çıkacak (ne çıkarsa),
38b
– Şimşek gibi yükseklerden geçer feleğin belası,
Olayların ne haddine ki Kişmir’e gelsinler,
– Dağla çölün her yeri bahçe üstüne bahçe oldukça
Nereye gidersen, onun gül kokusu yol gösterirci (kılavuz) olur.
– Saba rüzgarı gibi güllükten güllüğe gezersin
Ne mutlu o garip ki kapı, kapıyla kapısına gelsin,
– Sabah rüzgarı işveyle yanıma gelir,
O güzel gelişten yârin gelişi aklıma gelir.
– Kişmir’den iyisi bir maşuk bulunamaz,
Onun otu dikeni işveli cilveli geldikçe,
– Bu bahçe bundan artık nasıl bir iyilik yapsın,
Yârim gözümden düştü, çiçek gözüme girdi.
– Kişmir ile benim münasebetimden aşk bile çıldırmış,
Söyledi, heves peşinde olan! Şevkin elbet bitecek.
– Araya Kişmir girdi ve söyledi, şart değil,
Bu yurda bu vatana gelen aziz misafir için,
– Devamlı keyif sürmezse aşkının sürekliliği olmaz,
Her gün bir başka yârin misafirliğine gider.
– Her yere gidersen, saba rüzgarı çınar ağacının dibidir.
Ağacın altındaki toprak her yerden daha güzel gelir sana.
– Onun yaprağı Musa’nın sakalı?? gibi gelir,
Dalı ise hurinin saçları gibi kucağa gelir.
– Sefadan ateş yükselince, Tur (Dağ adı)’un yükselişi olur.
İçerik olarak Tur’dur, görünür olaraksa ağaç.
38b
– Ateşle ateş hepsi keramet, hepsi nimet oldukça,
Karşı çıkarsa gölge, alev yükselir,
– Ağaçtan çıkan ağaç gibi,
Ateş onun başında selvi gibi durur.
– Bir haber geldi, hem canı hem yüreği geniş olan yârdan,
Lambayı mahmel (devenin üzerine konan oturacak)’i bilirim, Hamse’ni onun meclisi bilirim.
– Mealinin kralı, o melek fıtratlı ruhun talibidir.
Onun suyundan çamurundan olan her kese Mesiha diyorum.
– Beyitlerinin (şiir) mizahından ona söz banyosu yapıyorum.
İster onun yüce ismini saysam, ister ona gizli büyü desem.
– Eğer söylenilmeyecek bir durum varsa, talip söylediyse de söylemedi (farzet).
Zaten sözleri ne eksik ne de tam dedim, ne akıllı ne de cahil sayarım.
– ……………………………………………..
Ne onun dolaşmasını devran, ne de sahilini deniz görürüm.
– Söyleyip söylemediğimi bilmiyorum, pişmanım Nâdim!
Aklı ona lâyık gördüm, vakarı ona değer saydım.
– İnsana cahil demek artık yanlıştır, bu yanlış değil,
Küstahça konuştum, kim söylerse onu cahil sayarım.
– Ne gafil gafletabat’tır burası, ne pişman olmayan Nadimdir.
– Öylece onu bilgisiz sayarım, öylece onu yararsız bilirim.
– Dili küt, esini zayıf, o denli cahil ve kendini bilmez ki,
– Görünürde eksik buldum onu, içerikte gafil saydım.
39a
– Akıllı olsa da, cahil olsa da, dostlukta mükemmeldir öylesi,
Sonunda vefalıdır, bu yüzden mükemmel bilirim onu,
– Nâdim! Vefayı hak eden sevilendir, talibi aliptir (istekli olan oyun oynayandır),
Ki her kimi muhabbette görüyorum, bizden sayıyorum.
– Sokağına çağırsa, gözle başla gitmekten yeğdir,
Eğer bana doğru gelirse, onu içimde gönlümde çağırmamdan yeğdir.

– O gün ki gülün yasında oturacak bahçe
Çimenin ağıt söyleyenlerinin arasında bülbül olacak,
– Gülle lalenin mirasını bölüşmek istediklerinde
Rengi senin, bakışı senin ve dağı (yangısı) benim olur.

– Murdar bir dünyadır bu felek,
Yıldız nedir? Duvarda tükürük,
– Tohum, başak üzerinde sanki şişlenmiş bir yürek,
Ağaçta olan her meyve sanki darağacında bir kafa,

– Senin vuslatını görmek gülü seyretmektir.
Sana bakan her bakış çiçeğin yağmalanmasıdır.
– Her kadeh diğer kadehten daha açkın, daha geniş,
Senin elinde şarap, sanki çiçek denizinin suyudur.
39b
– Senin sözünün üstüne söz söyleyeni kim gördü kim duydu,
Her bir elin, bir sıra anahtar gibi her kapıyı açar,
– Senin lütfünün çevrelerinde yorgun yüreklilerin dolaşma sırası geldi
Geri dön ki bizim hastalığımız çok uzadı.

– Derdim balıktan, hüznüm gökten gelmiştir,
Bak gör benim nasibim nereden gelmiştir.
– Bizim yerimize varan her hüzün misafir olur.
Neden gelmişsin diye misafire söylenmez.

– Onun vuslatında her an bana aydır, yıldır.
Zülfünün her teli benim kol kanadımdır.

– Dünya bende kırıldı, nereye kaçayım.
Onun gözünün uzantısı benim peşimdedir.